Türkiye Gazetesi'nde Sanat Sohbeti

Bu ne sevgi ah...

Bu iş ustasız olmayacaktı. N'apsam İstanbul'a mı gitseydim acaba? Ufacık bir çocuktum  11 yaşındaydım daha...

İstanbul Klasik Sanatlar Merkezi (İKSM) Başkanı Ahmet Zeki Yavaş'ın güçlü bir sanatkâr olduğunda şüphe yok ama sohbeti de tatlı, soluksuz dinletiyor insana.

Sözüne "Hat sanatıyla tanıştığımda el kadar çocuktum" diye giriyor ve devam ediyor: "Abim Arabistan'da tahsil yapıyordu, hat sanatına merak salmış bu arada. Yazı takımlarını görünce içim gitti, akça pakça kağıtlar, boy boy kamışlar...

Özendim yalanı yok ya.

Abim "sen tıfılsın" demedi, hevesimi kırmadı. Kamışları kendine ayırdı, metal uçluları bıraktı bana. Biraz mürekkep biraz da kağıt (çizgiliydiler hiç unutmam), "bol bol yaz" dedi "biter diye korkma!"

Duvarlarımızda her Müslüman evi gibi hat eserleri vardı, elbette orijinali değil renkli baskılar. Onlara baka baka bir şeyler yazdım, artık ne kadar oluyorsa. Ailemizin eli yatkındır, dedem çok iyi bir marangozdu mesela, öyle ki kündekâri oyma ve naht işleri yapacak kadar.

O yıl imam hatibe başladım, hocalarım "bu işler öyle kendi başına olmaz" dediler, "bir usta lazım sana."

Usta mı? Buralarda öyle biri yok ki. 

N'apsam? İstanbul'a mı gitsem acaba?

  NE VARSA İSTANBUL'DA

Yıl 1977, 11 yaşındayım daha. Türkiye'de sağdan say bir, soldan say bir üstad var. "Hattat Hamid Aytaç!"

Atladım gittim İstanbul'a. Adresi kolay buldum, o Cağaloğlu'ndaki han odasında. Bir ayn harfini tashih ediyordu, belki yarım saat seyrettim dönüp bakmadı bana. Gideyim bari dedim kalktım.

-Nereye evlat?

-Rahatsız etmeyeyim, meşgulsünüz.  

-Ben elimde iş varken dikkatimi dağıtamam, kusura bakma. Şimdi söyle bakalım nerden geliyorsun? / -Rize'den

-Hat mı çalışacaksın? / -Nasip olursa.

Tamam o zaman, gel otur yanıma.

Başladık. 1977-78-79 yıllarının yaz tatillerinde âdeta demir attım İstanbul'a. Şubat tatillerinde ona kezâ.

SABAHLARA KADAR

 Takriben 14 ay gittim geldim mübarek hep o koltukta. Hat nasıl bir haz veriyorsa masasından kalkmazdı asla. Normalde dersini alırsın, 5-10 gün içinde yazar getirirsin, alırsın bir ders daha...

Ben her gün ders götürüyordum, sabahlara kadar çalışırdım. İçime sinmezse silbaştan yazardım, olmadı bir daha.

Hamid Bey Osmanlıyı neslimize bağlayan bir köprüydü. Kaidelerden taviz vermezdi. Dünyalık umurunda bile değildi parayla pulla işi olmazdı. Bazı uyanıklar ara sıra uğrar yazı koparmaya bakarlar. Gelirken kebap filan yaptırır, tatlı alırlar, o da elindekileri veriverir onlara. 

Bi ara duydum ki Hamid Bey hastalanmış, atladım geldim, Haydarpaşa Numune Hastanesinde ziyaret ettim son defa. "Gel" dedi, "ölmeden bi icazet vereyim sana, söz ver çalışmayı bırakmayacaksın ama!" 

Ondan sonra da çok yaşamadı yürüdü rahmet-i Rahmana.

Sözünü dinledim Osman Özçay'la meşk ettik ve çok istifadem oldu ondan da.

  RUHİ HENDESE

 Hat sanatında her şey ölçüyledir, elifin boyu 7 noktaysa yedi nokta, altı az sekiz fazla. 

Hat sanatı cismani aletlerle yapılsa da "ruhi hendese" diyebiliriz ona.

Hattat Halim Hoca ile tanışamadım ama o da ayrı bir kabiliyetmiş. Seri-ül kalem derlermiş ona. Uğur Derman Hoca anlatır "sabah baktım 90 santim eninde bir rulo, uzunluğu belki kırk metreden fazla. Halim Hoca başladı yazmaya. Akşam yine uğradım yazı neredeyse tamamlanmak üzereydi, eli kulağında.

Biz de kubbe yazıyoruz ama Halim Hoca gibi değil. O zamanlar fotokopi yok, büyütme yok, bilgisayar çıkışı arama.

Başlangıçta besmele-i şerif, salavatlar, Allah, Muhammed, Aşere-i mübeşşere, Fatiha suresi, nazar ayeti, hilye-i şerife, dört halife, eshab-ı kehf, Esma-ül hüsna yazarsınız. Derinleştikçe istif yapmaya başlarsınız, farklı farklı kompozisyonlar...­

MÜREKKEBE KARIŞACAKSIN Kİ...

İlk renkli mürekkeple yazan hattat ben oldum. Toprak asıllı boyaları mermerde dest-i zenkle ezerdim sabırla. O kadar incelir ki yağ gibi kayar.

Eskiler mürekkep fıçısını sürre alayına katılan develerin boynuna bağlarlarmış. Kervan Üsküdar Harem'den başlar taaa Mekke'ye ulaşırmış. Bir de dönüp geldi mi içindeki is ve zamk iyice karışırmış. O mürekkepler hususiymiş elbet, aramakla bulunmazmış.

Biz de imalathanelerde işleyen mekanik aksama mürekkep bağlamayı düşündük, kol zaten milyonlarca defa gelip gidiyor. At içine bilyeyi çalkalasın di mi ama. Hüseyin Kutlu Hoca Meram ekspresinin pistonlarına bağlamış, mükemmel bir düşünce ama kopup düşmüş yolda.

Hattatlar yazdıklarını asla atmazlar. Otuz bin sayfa meşki vardır, alayını saklar, manevi gücün farkındadır zira. Bu işten ekmek yemekle kalmaz, hadsiz sevap kazanırsınız ayrıca.

Her hattatın sevdiği bir harf vardır, kimi vav, kimi elif, kimi nun.  Ben de "he"ye âşıkım, çünkü Cenab-ı Hakkı hatırlatır insana. İnsan farkında olmadan milyonlarca defa "hu" der, her nefes alışta. 

He birçok şekilde yazılabilir,  müstakili ayrıdır, başta başka, sonda başka...

EL ELDEN ÜSTÜNDÜR

 Hat sanatı son 15 yılda hayli seviye kazandı. Eskiden üç beş hattat vardı, birbirleriyle nadiren karşılaşırlardı, halbuki şu anda Mısır'da yazılan hattı izleyebiliyorsunuz bilgisayarda. Bir yılda göremeyeceğiniz yazı bir günde yıkılıyor ekranınıza. Resimler net, mürekkep akışı bile ortada. Herkesin mahir olduğu bir alan var, hisse alıyorsunuz baka baka.

Çine gitmiştim Şian şehrinde bir hattat gördüm, "ütlubü-l ilme velev bissin" yazıyordu itinayla. Kafasını kaldırdı göz göze geldik. Adam işini bırakıp koştu, sarıldı bana.

-Hoş geldin meslektaşım, buyur dükkânıma.

-Benim hattat olduğumu nereden anladın?

-Burası İstanbul değil bir ömür yaşasan üç tane hattat gelir Şian'a. Eh müsaade et onu da tanıyalım ama...

Stili çok başkaydı. Ağaçtan bir kalemi var, ucuna ipek tülbent sarıyor. Tülbent mürekkebi tam ayarında bırakıyor, damlatmıyor asla. 

Çinliye ipek bağlatan medeniyetin derinliğine bak. İranlılar kedinin gıdık tüylerinden fırça yapıyorlar. Ebruda da at kılı kullanmazsanız olmaz, samur fırça apayrı bir tecrübedir sonra, bunları kim akıl etmiş acaba? 

ALTIN ORAN

"1.618" 

Bakın bütün sır bu rakamda. Ecdat altın oran demiş ona.

Yıl 1997... Beyoğlu'nda bir sergi açmıştım ecnebi bir profesör geldi, "Sen" dedi "bu oranı bilerek mi kullanıyorsun?"

-Evet.

-Niye?

-Çünkü Cenâb-ı hakkın yarattıklarında hep o oranı görüyoruz. Altın oran, kusursuz güzelliğin matematikteki ifadesidir. Tabiatımıza uyar, huzur verir insana.

Bu kadarını da beklemiyormuş. Artık İslam medeniyetini ne sanıyorsa?

Önemli bir tezhipçinin talebelerine altın oran hususunda ders vermiştim. Dersin sonunda "en beğendiğiniz işleri çıkarın" dedim. Ölçtük % 80'inde altın oran var. Tatbik etmiş ama farkına varmadan. Elimiz gözümüz ona gidiyor, içimize işlemiş âdeta.

Mimar Sinan'ın eserleri niçin göz okşar? İşte bundan."

Detaylar: http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/irfan-ozfatura/588516.aspx