Hattat Prof. Fevzi Günüç'e rahmet!..

Fevzi Hoca ülkemizin önde gelen ilim adamlarından biriydi. Sanatkârdı; hat sanatı üstadıydı. Konya’da pek çok hattata İslam yaz sanatının inceliklerini öğreterek icazet vermiş; kadim sanata yeni isimler ve eserler kazandırmıştı 

İbrahim Ethem Gören- Dünya Bülteni / Kültür Servisi

Uzun yıllardan beri Konya’da hat sanatına yeni isimler ve eserler kazandıran Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fevzi Günüç Konya’da yüzlerce talebe yetiştirmişti…

Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fevzi Günüç 22 Nisan Pazartesi günü vefat ederek Konya’da sevenlerinin, öğrencilerin, mesai arkadaşlarının ve hemşerilerinin yoğun katılımıyla Üçler kabristanlığına defnedilmişti.

Fevzi Hoca ülkemizin önde elen ilim adamlarından biriydi. Sanatkârdı; hat sanatı üstadıydı. Konya’da pek çok hattata İslam yaz sanatının inceliklerini öğreterek icazet vermiş;   kadim sanata yeni isimler ve eserler kazandırmıştı. 

Hazret-i Ali’nin hat sanatının icracılarına yönelik meşhur sözünü bilirsiniz: “Hat hocanın öğretisinde gizlidir. Kıvam çok yazmakta, devamı da İslam dini üzerine olmakta mümkündür.” Bu söz, Fevzi Günüç’ü tarif etmektedir. Hat sanatını, Hocası, Üstadı, Hüseyin Kutlu’dan öğrenerek icazetini almıştı. Hocasından ne öğrendiyse, hüvesi hüvesine; milimi milimine talebelerine aktarmıştı.

Prof. Günüç, yüzlerce, bir adım öte binlerce yazı yazarak mezkûr kelamda geçen “Ve kıvamu-hû kesret’ül-meşk” ifadesinin gereğini yerine getirmiştir…

Hoca’nın mümin ve muvahhitliğine; dini bütün kâmil bir Müslüman olduğuna ise tanıyan herkes şahitlik etmiştir. Marifet, çalışkanlık, nezaket, nezafet, azim, mücadele, vakar, diğerkâmlık ve tevazu Fevzi Günüç’ün kişiliğini izahta kullanılabilmek ahlakî meziyetlerden bir kaçıydı. Son cümlemize hastalığı zamanında gösterdiği tevekkülü, teslimiyeti ve sabrı da eklemek vakıa mutabık olacaktır.

Fevzi Günüç Beyi Selçuk Üniversitesi’nde kurucu dekanı olduğu Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ziyaret etmiştim. O yıllarda Fakülte binası henüz yeni inşa edilmişti. Hoca, pek çok iş ve hizmetinin yanında inşaat işlerini de titiz bir şekilde takip ediyordu. Makamında görüştüğümüz Fevzi Hoca ile sanat ve estetik güzellikler üzerine hasbıhal etme imkânı da bulmuştum.

Fevzi Beye Esma-i Hüsna kitabımız için biri klasik, diğeri de İbn-i Hacer El-Askalani’nin naklettiği tertip olmak üzere iki adet esma-i Hüsna ile Ya Vedûd Celle Celâluhû sülüs istifini ve akabinde de Lafza-i Celâl ve İsm-i Nebi tertiplerini yazdırmıştım. Hoca, sözleştiğimiz gibi vakti zamanında eserleri teslim etti. Fevzi Beyle olan muhaveremizde Hocasına bağlılığını gözlemledim.

“Gıyabî hürmet himmete vesiledir” demiş eskiler. Fevzi Bey, Üstadı Hüseyin Kutlu Hocaefendi’ye hulûs-i kalp ile bağlanmıştı. Her hususta hocasının yolundan giderdi. Yazıların ücretini konuşurken bile “Bizim hocamız Hilye-i Şerife’yi şu fiyattan yazmamızı, Hilye’ye mukabil olan Esma-ı Hüsna yazıları için de ona mümasil bir rakam söylememizin uygun olacağını münasip görmüştü” diyerek hocasını işaret etmişti. Fevzi Beyin yazılyarı için söylediği rakamlar pek çok kişinin bütçesine uygun ve ödenmesi mümkün olan meblağlardı.

Fevzi Günüç, sanatın izzet ve namusunu koruyan bir şahsiyetti. Yaptığı hizmeti Rıza-ı Bari için yapardı. Kaleminden neşet den güzelliklerde öncelikle Allah’ın rızasını arardı.  30 Nisan Salı günü IRCICA’da düzenlenen icazet merasiminde Reisülhattatin Hasan Çelebi önemli bir mesaj vermişti; mesajı daha doğrusu vasiyet: “Talebelerim hat sanatını benden öğrendikleri gibi öğretsin. "Bu kadarla olur" demeden, çok çalışarak hat sanatının hakkını vermeye gayret etsin.

Hattatlara önemli bir tavsiyem var. Bu hizmeti evvelemirde para karşılığı yapmayın. Bu sanat, sadece para için yapılırsa zayi olur, gider. Bu durumda hat sanatı lekedâr olur. Hattatlar Allah'a tevekkül etsinler. Rezzak olan O'dur. Allah bu takdirde onlara kapılarını açacaktır.  Bu sanata tevekkülle sarılanlara Allah'ın in'am ve ihsanı mutlaka gelecektir. Bundan eminim."

Fevzi Günüç Bey, Çelebi Üstadın işaret ettiği tevekkülü göstererek, Hakk Teâlâ’nın in’am ve ihsanına mazhar olmuş bir şahsiyetti. Selçuk Üniversitesi, talebeleri, sevenleri, kurucusu olduğu Destegül Sanat Merkezi, Hekimoğlu Ali Paşa Sanat Grubu, Alvarlı Efe Hazretleri Vakfı, Fevzi Beyin hatırasını yâd etmek ve tetebbuatını yeni nesle aktarmak için pek çok proje geliştirecektir. Kanaatimce evvel emirde yapılması gerekenlerden biri, Hoca’nın, yüzlerce, binlerce yazısının derlenerek fotoğraflanması olacaktır.

Fevzi Günüç Bey rahmet olması vesilesiyle yakın çevresinden yazı istirham ettik. Talebeleri ve mesai arkadaşları ve yarânı Fevzi Günüç’ü eskilerin efradını cami a’yarını mani dedikleri tarzda kaleme aldı. Buradan, talebimize gösterdikleri nazik alaka için Hattat Ali Rıza Özcan Beye, Hattat Arif Şahin Beye, Yard. Doç. Dr. Hattat Fatih Özkafa Beye, Hattat Mustafa Cemil Efe Beye ve Koleksiyoner Sami Tokgöz Beye teşekkürlerimi arz ediyorum.

Bu vesileyle, el’an Konya’da Üçler mezarlığında bir ıhlamur ağancının altında ahiret lezzetleriyle nimetlenen Fevzi Günüç Merhuma Hakk Teâlâ’dan vasi rahmet niyaz ediyorum. Hz. Allah yazdığı harfler adedinde Fevzi kuluna bağışta bulunsun. Bizleri de nasipdar eylesin. Merhumun, pak ervahı için Fatihalar okuyalım.

 

 BİR GÜZEL İNSAN

Muhterem hocam, dostum, ağabeyim, Hattat Fevzi Günüç Hoca’nın kaybı, geleneğe bağlı sanatlar açısından yeri kolay doldurulamayacak büyük bir değerin kaybıdır.

Geleneğe bağlı sanatlar onun vefatıyla çok büyük bir yara almıştır. Başta hat sanatı olmak üzere kendi öz sanatlarımızın hemen hepsine akademik sahada ve pratikte sahip çıkmış, yüceltme noktasında elinden gelen gayret göstermiştir. Konya Selçuk Üniversitesi’nde kurulan Geleneksel Türk sanatları Bölümü parmakla gösterilen ve imrenilen bir bölüm haline onun sayesinde gelmiştir.

Vizyonu ve ufku geniş, dirayetli bir idareci ve kabiliyetli bir sanatkâr olan Fevzi Günüç, Konya merkez olmak üzere bu sanatlarla meşgul olanlara yurt ve dünya çapında bir ışık yakmış, talebe ve meslektaşlarına rehber olmuştur.

Çok yardımsever olan hoca hemen herkesin talebini karşılamaya çalışırdı. İlme, sanata çok önem verir, hocalarına saygıda kusur etmezdi. Öğrenme ve öğretmede hiç bir fedakârlıktan kaçınmazdı. Kendisine karşı yapılan her hareketi, itimatsızlığın dışında, müsamaha ve sabırla karşılardı.

İdareci olarak birlik ve bütünlük içinde olma gayretini her zaman hissettirmiş bu yolda davranışlar sergilemiştir. Bencillikten ve kibirden uzak kucaklayıcı ve yol gösterici olmuştur. Bu konuda üniversitede ufak-tefek sürtüşmeleri hemen çözer kangren halini almasına müsaade etmezdi. Bu cümleden olarak yaptığı konuşma örnek mahiyetindedir: 

 

 Yard. Doç. Dr. Ali Rıza Özcan

  Hattat

“Benim yüzümde hiç öfke, kin, kızgınlık belirtisi gördünüz mü? İdareciyim, bir çok problemlerimiz, sıkıntılarımız var ama hiç yansıtıyor muyum? Benim hayatım, felsefem sevgi üzerine kuruludur. İnsanları seveceksiniz. Sevmediğiniz olabilir, ancak insan olduğu için saygılı davranacaksınız, pozitif olacaksınız. Kin gütmeyeceksiniz. Öfke kini, kin nefreti, nefret düşmanlığı, düşmanlık ise öç alma duygusunu körükler. İnsanları sevmeye çalışınız. Yüzünüzden gülümseme eksik olmasın. Çalışma arkadaşlarınızla iyi geçininiz...”

Bunun yanında Fevzi Günüç Hoca’nın özellikle üzerinde durduğu temel noktalar ise şunlardı:

“Ben değil, biz bilincini yerleştirmek. Vizyon sahibi olarak kurumsallaşmak.

Gelenekli sanatlarımıza bağlı kalarak yeni tasarımlar yapmak ve yeniliklere açık olmak. Yeni şeyler tasarlamak ama asla yozlaşmadan özden ayrılmadan bunu yapmak.

İnsanlar içinde erimek ve hizmette bulunmak.”

İnşallah talebeleri onun yolunda yürür ve muhterem hocalarının gösterdiği hedeflere ulaşırlar.

Kibar, zarif ve tam bir gönül adamı olan Fevzi Hocam’ın mekânı cennet-i alâ, ruhu şâd olsun...

 

FEVZİ HOCA ÖĞRENCİLERİNİN HER TÜRLÜ İHTİYACIYLA İLGİLENİRDİ

Öncelikle çok disiplinli, programlı ve düzenli idi.

İlgili ve sorumluluğu altında olduğu her alanda çok dikkatli ve titiz bir şekilde hareket ederdi. İleriyi düşünen ve seneler sonrasının planını yapan bir kişiydi. Dekanı olduğu S.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesinin on yıl sonra geleceği konumdan bahsederdi. Öğrencilerine de daima programlı olmaları gerektiğini vurgular ve "mutlaka bir hedefiniz olsun hedefsiz adım atmayın " ifâdesini kullanırdı.

 

 Hattat Arif Şahin

 İyi bir sanatkâr ve akademisyen olmakla beraber her alanda çok objektif ve ileri görüşe sahip bir yönü vardı.

Kendisi bir sanatkâr olmakla beraber entellektüel birikime sahipti. Bazı meclislerde Türkiye’nin siyasi, ekonomi, bilim ve kültürel alandaki durumunu müsbet ve menfi yönleriyle değerlendirir, varsa kaygılarını dile getirir ve ıslahı için öngördüğü konuları paylaşırdı. Üniversitelerdeki sosyal, fen, sağlık, mimarlık, mühendislik ve teknik bilimlerin eğitimdeki kalite düzeyinin yükselmesi için yapılması gerektiğini düşündüğü değişiklikleri ilgili birimlerle görüştüğünü anlatırdı.

Öğrencilerine karşı çok müşfik bir hocaydı. Bildiği her şeyi öğrencilerine heyecanla anlatır ve öğrencilerin dâimâ hocalarına karşı yuvasında ağzını açıp annesinden yiyecek bekleyen yavru kuş misâli olmaları gerektiğini öğütlerdi. Öğrencilerinin okul içinde ve dışındaki her türlü ihtiyaçlarıyla yakından ilgilenir ve onların ihtiyaçlarını giderme noktasında kendisini mes’ul hissederdi.

"Cânânın gönlüne bahtımı hâr eyleme yâ Rab" duâsını kendisine hayat prensibi edinmişti. Sorumluluğunda olduğu ve sorumluluğu altında olan hiç bir kimseye sıkıntısı aksettirmezdi. Hocamın vefâtından sonra ailesine taziye ziyaretine giden bir hocadan, aziz pederi Ahmet beyin, hocam için "bir gün olsun akşam eve geldiğinde fakülteden ve fakülte ile ilgili sıkıntılardan bahsetmedi evde iken ailesi dışındaki her şeyi dışarıda bıraktı" dediğini işittiğini duymuştum.

Öğrencilere bildiklerini aktarırken kendisini aradan çıkarırdı ve "biz bunları hocalarımızdan öğrendik"  derdi. Aynı şekilde kendisine herhangi bir hat eseri ya da bunun dışındaki bir çalışmasından dolayı iltifât edildiği zaman "bunlar benden değil hocamdan, büyüklerin himmetiyle..." derdi. Her fırsatta hem akademik hem de hat sanatı alanındaki hocalarından bahseder ve yaşadıkları bazı olayları anlatarak o tecrübelerden istifâde edilmesi gerektiğini vurgulardı. İlim ve sanat ehlinin sahip olması gereken hasletlerden bahsederken öncelikle kendi hocalarından örnekler verirdi.

Aynı zamanda örnek aldığı mümtâz şahsiyetlerden birisi de Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver beyefendi idi. Hangi düzeyde ve alanda olursa olsun bilhassa Gelenekli Türk Sanatları ve İslâm Sanatları ile ilgilen akademisyen ve sanatkârların Ahmet Süheyl Ünver beyi çok iyi tanımaları gerektiğini söylerdi.

Çok idealist ve kararlı bir kişiliğe sahipti. Hayatında herhangi bir konuda karar verirken tereddüd ve endîşe ihtivâ eden "ama, acaba, ya böyle olmazsa" gibi ifâdeleri asla kabul etmez, kararlı ve istikrarlı olunması gerektiğini vurgulardı. Başarısızlık için hayatında mâzeretin yeri yoktu. Etrafındaki herkese çocuklarına dahî “herhangi bir konuda başarısız olduğunuz durumda asla mazerete sığınmayın kendinizi sîğaya çekin” der, " ve en leyse li-linsâni illâ mâ seâ" (insan için ancak sa'y-u- gayret gösterdiği kadarının karşılığı vardır) anlamındaki âyet-i kerîme'yi söylerdi.

Hem akademik hem de sanat alanında o kadar çok projeleri vardı ki bunları zaman zaman bizimle paylaşır fakat sorumlu olduğu dekanlık vazifesinden dolayı fi'liyâta geçirme fırsatı bulamadığından yakınır ve te'hîr ederdi.

Aziz pederinden Güzel sanatlar fakültesindeki görevine ilk başladığı zamanlarda "baba çok büyük bir sorumluluğun altına girdim inşâallâh anlımın akıyla çıkarım demiş ve dua istemiş. Ve omzundaki bu yükü muvaffakiyetle çok iyi bir mertebeye taşıdığı takdîre şâyândır. Kurucu üyesi ve dekanı olduğu S.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve kurucusu olduğu Destegül Güzel Sanatlar Merkezi'ndeki çalışmalar bu gün Türkiye'deki mümtâz sanatkârlar, akademisyenler ve ehl-i hiref tarafından takdîr ile karşılanıyorsa bu, Fevzi hocamın gayretlerinin ve başarının sonucu ve semeresidir.

 

HATTAT PROF. DR. FEVZİ GÜNÜÇ HAKKINDA

Fevzi Hoca’yı, hat meşk etmeye başladığım senelerden beri, yani yaklaşık 20 yıldır tanırdım. Malûmunuz; benim asıl hocam Hüseyin Öksüz’dür; ancak Fevzi Hoca ile de elbette tanışır ve eskiden beri görüşür idik. Üniversite dışından doktoraya başladığım zaman kendisinden doktora dersleri de almıştım. Bununla birlikte Fevzi Hoca ile asıl teşrik-i mesaim Güzel Sanatlar Fakültesi’ne intisap ettikten sonra başlamıştır. Hocanın dekanlık vazifesinin ilk yılları benim de asistanlığımın ilk yıllarına tekabül eder. O zaman henüz fakültenin ve bölümümüzün sınırlı sayıda bir kadrosu vardı. Bölümde dört beş kişiydik; bütün fakültenin akademik kadrosu ise 15-20 civarındaydı. Dolayısıyla nerdeyse her saat beraberdik ve her konuda istişare ederdik. Yeni alınacak öğretim elemanları, öğrencilerin durumları, bölümde yapılacak işler, açılacak ana sanat dalları, verilecek dersler, müfredat, sergi, sempozyum vs. her konuda durmaksızın müzakere ederdik. Hoca hepimizin fikirlerine itibar eder; her birimizi tek tek dinlerdi. “ben böyle düşünüyorum; böyle olmalı” zihniyetine sahip değildi. Belki de en çok bu sebeple çok başarılı çalışmalar yaptı; önemli hizmetlere imza attı.

Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZKAFA

(Hattat)

Henüz yeni sayılan bir fakültenin ve yeni bir bölümün idarecisi olarak ağır bir yükü omuzlamıştı ve çok büyük hedefleri, idealleri, projeleri vardı. Elemanlarına güveniyordu; aynı zamanda ekibine güven veriyordu; çalışma azmi telkin edebiliyordu. Ondaki gayreti, iradeyi, kararlılığı gören bir kimsenin atâlete dûçar olması nerdeyse imkânsızdı. Kendisi disiplinli bir şekilde çalışıp hedefe doğru adım adım ilerlediği için etrafındakilerden de bu performansı haklı olarak bekliyordu. Hocanın hiç tahammül edemediği bir özellik varsa o da tembellikti. Sürekli çalışmayı ve üretmeyi, devletine, milletine ve vatanına karşı bir vefa borcu olarak telakki ederdi.

Fevzi Hoca aynı zamanda son derece dakik ve titiz bir insandı. Toplantılara ve programlara tam belirtilen saatte gelir; geç kalmazdı. Kendisi dekanlık mevkiinde olasına rağmen saate riayet ederken asistan mevkiinde olanların hem de birçok defasında 10-15 dakika geç gelmeleri adaba mugâyir ve taaccüp edilecek bir durumdu; fakat buna rağmen bu yüzden herhangi bir arkadaşı azarladığına şahit olmadım. Sadece latife ederek geciken kişiye çay ısmarlatma cezasıyla iktifa ederdi. Hoca, fakülteye de en erken gelenlerden ve akşam en son çıkanlardan biriydi. Hastalığı ileri seviye gelinceye kadar da vazifesine ve derslerine devam etti.

Fevzi Hoca kendisini belki de en çok, yeni fakülte binamızın inşası ve yeni binaya yerleşme sürecinde yıprattı. Her detayla bizzat ilgilendi ve bu süreç epey uzunca sürdü. Bununla birlikte, kendisi göreve geldiğinde Fakülte’de sadece üç bölüm ve Geleneksel Türk Sanatları Bölümü’nde aktif iki ana sanat dalı varken Fakülte’deki bölüm sayısı yediye, Bölüm’deki ana sanat dalı sayısı altıya çıktı. Toplam öğretim elemanı sayısı en az üç misli artarak 60’ı geçti. Profesör, doçent ve yardımcı doçent sayısı önemli ölçüde arttı. Gerek fizikî kapasite, kapalı alan ve techizat olarak gerekse akademik kadrolaşma bakımından fevkalade gelişmeler oldu ve Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Anadolu’nun en iyi sanat okullarından biri haline geldi. Bunda Prof. Dr. Fevzi Günüç Hoca’nın ve tabii ki üniversitemiz rektörlerinin çok büyük payı olduğu aşikârdır.

Resmî prosedürün, idari görevlerin bütün ağırlığına rağmen Fevzi Hoca sanat ve eğitim faaliyetlerini aksatmamıştır ki; kanaat-i âcizaneme göre bu hususun altı önemle çizilmelidir. Kendisi hem eser vererek sanatını icra etmeyi sürdürmüş hem de talebe yetiştirmeyi fakülte içinde ve dışında devam ettirmiştir. Zaten onu arayan, dekanlıktaki makam odasından ziyade, atölye olarak da kullandığı çalışma odasında bulurdu genellikle. Masasında hilye-i saadet yazarken veya bir talebesinin meşkine bakarken araya giren resmi evrak dosyaları, atılması gereken imzalar olurdu. Çoğu zaman da karşısında ona derdini anlatan veya bir problemi aktaran biri konuşurken o hem yazı yazar hem de o arkadaşla hasbıhal ederdi.

Fakültedeki ilk yıllarımızda Hoca ile her konuda daha çok bir araya gelme imkânı bulurken zamanla fakülte büyüdü; eleman sayısı çoğaldı; herkesin şahsî iş yükü daha da artmaya başladı ve maalesef eski yoğunlukta toplanamaz hâle geldik. Üstüne bir de hocamızın amansız hastalığı ortaya çıkınca hepimizin iç dünyası allak bullak oldu. Âdeta azmimiz kırıldı; fakat ne var ki başımıza gelen takdir-i ilahiden başka bir şey değildi ve teslimiyetten, duadan başka çaremiz yoktu. Artık meselelerimizi daha pratik çözmeliydik ve hocaya daha az sorun götürmeliydik. Bu sebeple; çok önemli bir husus olmadıkça hocayı meşgul etmemek adına şahsî bir karar aldım. Buna rağmen; yani hoca önemli bir hastalıkla mücadele ediyor olmasına rağmen ona birilerini şikâyet eden, olumsuzlukları yansıtan ve bununla prim kazanmaya çalışan kişiler oldu. Sonuçta şartlar ne olursa olsun herkes mizacına göre hareket edecektir.

Hoca’nın rahatsızlığı ortaya çıktıktan bir müddet sonra, “Fevzi Günüç Armağanı” isimli bir kitap çıkartmaya ve bu vesileyle hem kendisine moral destek vermeye hem de vefa borcumuzu bir nebze olsun ödemeye niyet ettik. Bu kapsamda Konya ve İstanbul’daki 70’ten fazla akademisyenle ve 50’den fazla sanatkâr ile tek tek görüşerek kitaba bilimsel bir makale veya birer sanat eseri görseli ile projeye destek ricasında bulundum. Birkaç istisna dışında herkes gayet müspet yaklaştı. Kendisinden istediğimiz çalışmayı çok kısa bir sürede verenler bile oldu. Sürpriz olmasını ümit ederek bu projeyi Hoca’dan habersiz yürütmeye çalışıyorduk. Ancak ne yazık ki bazı işgüzarların gayretkeşliğiyle Hoca’ya bu duyuruldu ve Hoca da henüz hayattayken adına bir kitap hazırlanmasına sıcak bakmadığını bize iletti ve maalesef bu çalışma neticelenemedi.

Fevzi Hoca, bütün iş disiplinine ve vazifeşinaslığına mukabil oldukça hissî ve çok ince fikirli bir kişiliğe sahipti. Kelimelerini seçerek konuşur; doğru bir şekilde anlaşılmak için gayret sarf ederdi. Almak isteyenler için, vermek istediği mesajları cümle içine gizleyerek verirdi. Sevdiği bir insana tam güvendiği için onun her yaptığını hoş görür; onun eleştirilmesine bile razı olmazdı. Onun bu hususiyeti belki de bazılarını bütün vecheleriyle, yani eksiklikleri ve üstünlükleriyle tanımasını zorlaştırırdı. Fakat aynı zamanda, ahde vefa ve dostluk bilincinin de sağlamlığına işaretti.

Şahsî birtakım gerekçelerle ve diğer çalışmalarıma yoğunlaşmak gayesiyle, Hoca’nın sağlığında üzerimde bulunan ve sekiz yıla yakın yürüttüğüm bölüm başkan yardımcılığını ve başka birtakım idarî görevleri bıraktım ve son yıllarda hocanın müsait bir ânını kollayıp ona daha çok yazı göstermeye başladım. Hat sanatı üzerine müzakereler yaptık ve kendisinden istifade etmeye çalıştım. Makalelerimi de yayına vermeden evvel hocaya takdim edip tenkitleri doğrultusunda tashihe çalışırdım. Hattâ kendisinin okuduğu son makale, zannediyorum fakirin makalesi idi. Çünkü müspet kanaatlerini ve yayına verilebileceğini ifade ettiği günden birkaç gün sonra maalesef kısmî felç sebebiyle hastaneye kaldırılmıştı.

FEVZİ HOCA SÜLÜS-NESİH VE CELİ SÜLÜS ESERLER VERİRDİ

Hoca daha ziyade sülüs- nesih ve zaman zaman da celî sülüs eserler verirdi; fakat onun rık’a hattı da en az nesih yazısı kadar hoşuma giderdi. Rık’a ile iştigal eden, eser veren hattat sayısı az olduğu için üzerinde çok durulmaz belki; fakat Fevzi Hoca’nın kanaatimce az bilinen vasıflarından biri bu yazı çeşidindeki ender kalemlerden biri olmasıydı. Bu yüzden, hat sanatına başladığımda ilk meşk edip tamamladığım yazı nev’i olmasına rağmen Fevzi Hoca’dan tekrar rık’a meşk etmeyi talep ettim ve kabul etti. Böylelikle doktora tez danışmanım, bölüm başkanım ve dekanım olan Fevzi Hoca’ya hat talebesi de olmuş idim. Bu yönüyle de kendisinden pek çok istifade ettiğimi ifade etmekle iftihar ederim. Bazıları hocasından başkasına yazı göstermeyi tasvip etmeyebilir; fakat şahsen, bana icazet veren hocamı kırmamak ve yetişmemde onun emeklerini hiçbir zaman inkâr etmemek şartıyla ilminden ve görüşlerinden faydalanabileceğim her üstaddan bir şeyler öğrenme taraftarı olmuşumdur. Yine bu çerçevede, Mehmed Özçay ve Osman Özçay hocalardan da çok istifade ettiğimi söylemeliyim. Yeri gelmişken şunu da ilâve edeyim: Fevzi Hoca’ya hasta iken yaptığımız ziyaretlerin sonuncusunu Mehmed Özçay ve Savaş Çevik ile birlikte yapmıştık. Elini öpüp helallik dilediğim son görüşmemiz bu olmuştu.

Netice itibariyle; Cenab-ı Hakk’ın vechinden başka her şey fanîdir. İnsanlar, yaptıklarıyla anılırlar; bıraktıkları eserlerle, yetiştirdikleri insanlarla, kurdukları müesseselerle bu fani âlemde iz bırakırlar. Bununla birlikte insanoğlu kusurlardan, hatalardan münezzeh değildir. Herkesin za’fı, ayıbı, hatası vardır. Lâkin ahrete irtihal edenler hakkında menfî bahis açmak hiç kimsenin haddi değildir; olmamalıdır. Bize düşen, müspet hususiyetleriyle onları yâd etmek ve hayırlı hizmetlerinden ötürü onların rahmetle muamele görmelerini Yüce Allah’tan niyaz etmektir. Fevzi Günüç Hoca da kendisine sürekli hayır duaları edecek pek çok talebe, gözlere ve ruhlara ziyafet bahşeden birçok eser ve adından minnetle söz ettirecek müesseseler bırakarak bu fâni âlemden ebediyyet yurduna irtihal etmiştir. Allah (c.c.) rahmet eylesin.

 

HOCAM Prof. Dr. FEVZİ GÜNÜNÇ

 

Tek başına bir devletti Fevzi hocam. Peşinde koşup da yapmadığı hiçbir iş, arzu edip de vazgeçtiği hiçbir faaliyet olmadı. Güzel Sanatlar Fakültesi içinde hızla yürüyen, tüm hocaların odalarına giren, heyecanlı, sürekli aktif bir insandı.
Öyle çok plan yapar ve öyle hızlı tatbik erdi ki şaşırıp kalırdık. Okula bir kütüphane kurmak isterse ertesi gün mekanı hazırlar, sonraki gün kitapları getirtir ve üçüncü gün de açardı. 
Dört sene boyunca devam ettiğim fakülteye Fevzi hocamdan önce gelebilmeyi hiç başaramadım. Her sabah en geç saat yedi buçukta fakültede olur ve çalışmaya başlardı. Her zaman tertemiz giyinir, kıyafetlerinin uyumuna dikkat eder ve kıravatlarını çeşitli şekillerde bağlardı.

Mustafa Cemil Efe (Hattat)


Dışardan bakıldığında sert mizaçlı, ama aslında son derece duygusal bir insandı. Meşklerimize bakarken öylesine titiz davranırdı ki, muhteşem bir öğretmen olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Neyi öğretmek istiyorsa onun hakkında eşsiz birkaç kelam eder ve öğrenmemiz gereken şeyi zihnimize nakşederdi. Meşklere bakarken genellikle konuşmaz ve her hangi bir bahane üretilmesine çok kızardı. Öğrenebilmemiz için hiç fark ettirmemeye çalışarak aslında çok yorulur, yıpranırdı. 
Türk halk müziğine karşı yoğun bir alakası vardı, zaman, zaman benden türkü söylememi ister ve ben türkü söylerken arkadaşların meşklerine bakardı.
Maalesef vefat haberini aldığımda Nijerya da bulunuyordum. Hocamın bana öğrettiklerini ondan 7000 km uzakta Nijeryalı insanlara gösteriyordum. Dönüşüme iki gün vardı ve kahroldum, ama yapacak bir şey yoktu. Türkiye’ye döndüğümde hemen Konya’ya gidip kabrini ziyaret ettim. Mevlana hazretlerinin türbesine yakın olan kabri hayatı ve kendisi gibi nizamlı ve düzenliydi. Güzel bir iğde ağacının gölgesinde eşsiz eserler bırakmış ve amel defteri kapanmayacak bir Müslüman olarak huzur içinde yatıyordu. Dualar okudum ve teşekkür ettim. Allah ona rahmet eylesin…



BİLDİĞİNİN EN ÂLÂSINI ÖĞRENCİLERİNE ÖĞRETİRDİ

İnsanın sevdiği bir dostunun arkasından yazı yazması veya bir şeyler söylemesi oldukça zor olsa gerek. Onun için şairin dediği gibi:

Bitmez güzelin vasfı

Ağaçlar kalem olsa

Sami Tokgöz

Koleksiyoner

Muhterem Fevzi Bey Hoca’mızın da vasıflarını cidden saymaya sayfalar da yetmez, sözler de kifayet etmez. Ama yine de bir dostu vefatından sonra yâdedebilmek, onun hakkında bildiğimiz bilgi kırıntılarını dostlarla paylaşabilmek, güzel bir şey olsa gerek.

Ben diyorum ki:“Allah güzeldir, güzel olan şeyleri sever”. Fevzi Bey Kardeşimiz, bu vasıfları bihakkın üzerinde taşıyan, fevkalade vasıflara sahip bir kardeşimizdi. Kendisini birkaç zaviyeden anlatmak gerekirse, bence önce dostum Fevzi Bey‘den bahsetmek gerekir.

Her zaman güler yüzlü, titiz, temiz, beyefendi, gerçekten çelebi ruhlu bir insandı. Bütün vasıflarıyla insanlara hep örnek olmuş, bunu bir zorlama olarak yapmamış, tam aksine kendine hal edindiğinden pek de güzel yerine getirmiştir. Fevzi Bey’i tanıdığım günden bugüne kadar bir kez asık bir çehre ile görmedim. Her zaman düzenli, tertipli, saçları muntazam taranmış, elbisesindeki renk uyumları fevkalade güzel bir görünümde, görende saygıyı ve sevgiyi birlikte uyandıran bir kişiliğe sahipti. Nerede görürse görsün, ne kadar meşgul olursa olsun mutlaka hal hatır sorar, hitap cümlelerindeki kelimeleri dahi bir hattat inceliği ile seçer, yerli yerine koyardı.

BİLDİĞİNİN EN ÂLÂSINI ÖĞRENCİLERİNE ÖĞRETİRDİ

İkinci olarak Fevzi Bey, bir hat öğrencisi idi. Muhterem Hocası Hüseyin Kutlu Bey -maruf ismiyle İmam Efendi- onun zannedersem hayatta en çok bağlı olduğu ve sevdiği kimseydi. Ben kendileriyle hat ve hatta ait meseleleri hasbıhal ederken, daima hocasına aşk derecesinde bağlı olduğunu hissederdim. Bir talebe hocasını ancak Fevzi Bey’in sevdiği kadar sevebilirdi. Hocasının yazılarını herhangi bir hattatın yazısıyla mukayese etmez, onlara ilahi bir hediye gibi bakardı.

Her zaman "Hocam gibi yazan, istif yapan dünyaya gelmez Sami Abi" derdi. Onun için de kendisinin hocasına karşı bu saygı ve sevgisinin, talebelerinin de kendisine karşı aynı hassasiyeti göstermelerine bir vesile olduğu kanaatindeyim. Öğrencileri, hocalarını cidden katıksız severler, ona sadakatle verdiği dersleri yaparlar, hocalarının yüzünü güldürmeye çalışırlar, profesör olmasına rağmen, her zaman, her mahfilde yanına giderler, görüşlerini alırlardı. Fevzi Hoca da araya hiçbir protokol koymaz, erkek kız bütün öğrencilerine eşit davranır, bildiğinin en âlâsını öğrencilerine öğretmek sevdasını taşırdı.

İlahiyat Fakültesi’nden Güzel Sanatlar Fakültesine gelince, kendisinden önceki kurucu hoca olarak bulunan Hüseyin Öksüz Bey’le abi kardeş hukukuna dayalı olarak “daha iyi nasıl yapabiliriz” gayretiyle fakültelerini en iyi seviyeye getirmişlerdir. Kendi asistanları, kendi öğrencileri hocanın kıymet verip sevdiği kimselerdi. Ben kendilerinin kıskançlık gibi kapris türü hareketlerini ne gördüm ne de hissettim. Her zaman tevazu ile insanlara yaklaşmasını bilmiş, insanların gönlünde ve gözünde layık olduğu kıymeti de görmüştür. Kendileri fevkalade bir babanın evlatları, fevkalade evlatların babası, gelininin ve damadının fevkalade babaları olmuştur.

HOCASI HÜSEYİN KUTLU BEYE MUHABBETİ SONSUZDU

Fevzi Bey deyince kendisini Sadrettin Özçimi Bey’den ayrı hiç düşünememişimdir. İkisi hep uyumlu bir dost ve kardeş olmuşlardır. Sadrettin Bey’i gördüğü zaman memnun olduğu her hal ve hareketinden belli olurdu. Sadrettin Bey de Fevzi Bey’e karşı her zaman aynı duygularla dolu olduğunu tavırlarıyla belli ederdi. Bir gün muhterem hocası İmam Efendi’yi, Hekimoğlu Ali Paşa Camii’ndeki vazifesi sırasında ziyaretimde Fevzi Bey de tevafuken oradalardı. Fevzi Bey’i hayatım boyunca gördüğüm en mutlu günü herhalde o günüydü. Hocasının yanında o kadar rahattı ki, yüzünden gülümseme sanki bir nur şulesi gibi etrafı aydınlatıyordu. Bunun sebebini kendi kendime irdelediğimde hocasına karşı olan aşırı muhabbetinin tezahürü olduğu kanaati bendenizde hâsıl olmuştu.

“Âlimin ölümü alemin ölümü” demişler. Cidden yeri dolmaz bir dostumuz, kardeşimizdi. Cenazesindeki cemi gafirin “iyibilirdik” şehadetlerine fevkalade liyakatlerinin olduğunu, şehadet edenlerin şehadetlerini çok uygun bir insan üzerine yaptıklarına hepimiz şahidiz.

Şimdi bu ayrılık kısa bir zaman için. Tekrar görüşeceğiz, bundan hiç şüphem yok. Bizden önce inşaallah Cennet-ü Âlâ’da olacaktır.

Bir latife olarak şunu arz etmek isterim ki, fakire bir hilye yazacaklardı. Eğer bizim cennete girme gibi durumumuz olmazsa, orada Fevzi Bey’den istediğim hilye bahanesiyle yanında olmayı bütün canımla gönlümle arzu ediyorum. Üstadın yanına postu serdik mi inşaallah oradan kimse de çıkarmaz. Rabbimiz lütfetsin ihsan buyursun. Amin.

Hastalığı boyunca hep moralini zirvede tutmuş, hep güler yüzle tatlı dille etrafına imanlı bir insanın nasıl olması gerektiğine en güzel örnek olmuştur.

Allah (cc) Hazretleri bu dostumuz gibi yaşayıp, onun gibi arkamızda hayırlı eserler bırakarak güzel insanların toplandığı diyara gitmeyi bizlere de nasip eylesin.