Kaside-i Bürde |
Peygamber Efendimiz (sav)’in aşkını destanlaştıran, 160 beyitten oluşan, Muhammed Bûsîrî'nin Kaside-i Bürde'si olan bu özel eser; ilk kez İstanbul Klasik Sanatlar Merkezi tarafından murakkaa şeklinde tıpkıbasım yapılarak yayınlanmış ve satışa sunulmuştur.
KASİDE-İ BÜRDE’Yİ SUNUŞ
“And olsun ki Allah'ın Resûlü sizin için güzel bir örnektir...” (el-Ahzab: 21)
“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik...” (Enbiya: 107)
“Şüphesiz sen büyük ahlak üzeresin...” (Kalem: 4)
Ayet-i kerimelerinde vurgulanan düstur üzerine, asırlar boyunca şairler ve sanatkârlar İslâm'ın üstünlüğünü, Kur’an-ı Kerim’in büyüklüğünü ve Efendimiz (sav)'in örnek şahsiyetini, güzel ahlakını, başarı ve mûcizelerini konu alan pek güzel şiirler kaleme almışlardır.
Dinin kaynağından öğrenilmesi kadar önemli olan bir başka husus, muhakkak ki dini hayatın canlı, heyecanlı ve bütün güzellikleriyle yaşanması ve yaşatılmasıdır. Bunun da yolu, ideal insan motifinin bütün özelliklerini şahsında billurlaşan Hz. Peygamber (sav)'i çok iyi tanımak, anlamak, sevmek ve izlemekten geçer.
Bu gayelerle oluşturulan ve Efendimiz (s.a.v)'i konu alan çalışmalar, asırlar içinde bereketli ürünlerini vermiş ve kısa zamanda zengin bir siyer ve İslam edebiyatı literatürü oluşmasını sağlamıştır. Kaside-i Bürde adıyla tanınan ve ilki Kal b. Züheyr'e, ikincisi Muhammed Bûsîrî'ye ait olan kasideler ise bu edebiyatın en güzel örneklerindendir.
Muhammed Busirî'nin Hz. Peygamber (S.a.v) için yazdığı pek çok kaside arasından en muhteşemi olan ve Busirî'yi şöhrete taşıyan Kasîde-i Bürde, 160 beyit ve 10 bölümden oluşmaktadır.
Busirî hayatının son demlerinde, felç hastalığına yakalanır. Şifa vermesi için Cenab-ı Hakk'a dua ve niyazda bulunan şairin rüyasına Peygamber Efendimiz (s.a.v)' girer. Rüya aleminde Busirî O'na (s.a.v) bu kasîdeyi okumuştur. Busirî'nin rüyasında Hz. Peygamber bu kasîdeden duyduğu memnuniyeti göstermiş ve hırkasını (bürde) O'nun üzerine örter ve eliyle vücudunun felçli kısmını sıvazlar. Muhammed Busirî uyandığında felç hastalığından eser kalmamıştır. Bûsîrî heyecanla uykudan uyanır; vücudunda felçten bir eser kalmadığını farkeder. Bu sırada sabah namazı vakti yaklaşmıştır. Şair abdest alıp mescide gitmek üzere evden çıkar ve yolda Ebü'r-Reca denilen bir dervişle karşılaşır. Derviş ondan Hz. Peygamber için yazdığı kasideyi ister; Bûsîrî de hangi kasideyi istediğini sorunca Ebü'r-Recâ: "Hani bu gece Resûlullah'ın huzurunda okuduğun kaside, işte onu" der. ve bu olayla beraber Busirî'nin kasidesi rüyadaki Hz. Peygamber (s.a.v)'in hırkasına isnaden "Kasîde-i Bürde" olarak anılmaya başlamış ve meşhur olmuştur. Zaman içinde İslam coğrafyasının her bölgesinde büyük bir ilgi görmüş, dini toplantılarda, mübarek gün ve gecelerde, bayram merasimlerinde okuna gelmiştir.
Peygamber Efendimiz (sav)’in aşkını destanlaştıran Muhammed Bûsîrî'nin Kaside-i Bürde'sini, nesta'lik hattıyla görsel ziyafete dönüştüren ve islam alemine sunan dünyaca ünlü hattat üstad Emir Ahmet Felsefî'ye, sade, anlaşılır ve akıcı üslûbuyla Türkçeleştirek edebiyatımıza kazandıran ilim, fikir ve gönül insanı Mahmut Kaya Hocamız'a ve bu eseri koleksiyonunda bulunduran Ülkemizin en önemli koleksiyonerlerinden işadamı Sami Tokgöz ağabeyimize bu büyük hizmetlerinden dolayı müteşekkiriz. Bu eseri sanat ve yayın tarihinde ilk defa İKSM yayınlarında murakkaa şeklinde tıpkıbasım olarak size sunmanın mutluluğunu yaşamaktayız.
KASİDE-İ BÜRDE TERCÜMESİ:
1. Ey gönül, Selemli dostları anmaktan gözünden kanlı yaş akıtıyorsun?
2. Yoksa Kâzıma tarafından rüzgar mı esti, zifiri karanlıkta İzam Dağı'ndan şimşek mi çaktı?
3. Gözlerine ne oldu ki: "ağlama!" desen yaş döker, kalbine ne oldu ki "kendine gel!" desen coşup kendinden geçer.
4. Yanıp tutuşan kalp ve akan gözyaşı karşısında âşık sevginin gizli kalacağını mı sanır?!
5. Aşk olmasaydı, sevgilinin harap olan yurdunda, ondan arta kalanları, bakıp yaş dökmez, sorgun ağacı ile o dağı anarak geceler boyu uykusuz kalmazdın.
6. Gözyaşı ve hastalık aleyhinde iki adil şahit iken sevgini nasıl inkar edebilirsin?!
7. Aşkın ızdırabı yanaklarında sarı papatya ve anem gibi iki çizgi halinde belirirken sevgini nasıl inkar edebilirsin?!
8. Evet, gece sevgilimin hayali geldi ve beni uykusuz bıraktı; çünkü aşk, zevk ve elemle iç içedir.
9. Uzre aşkı gibi bir aşka tutulduğum için ey beni kınayan! Mazur gör, eğer adil davransaydın kınamazdın beni.
10. Benim hâlim sence mâlum... Sırrım da dedikoduculardan gizli değil, derdim ise bitmez tükenmez...
11. Sen bana samimi öğütte bulundun, fakat ben onu dinleyecek halde değilim; çünkü âşığın kulağı öğüt verenlere karşı sağırdır.
12. Ak saçların beni uyaran öğüdünü suçladım, halbuki ak saç öğüt hususunda suçlanmaktan çok uzaktır.
13. Kötülüğü emreden nefsim, cehâletinden dolayı, ak saçların ve ihtiyarlığın uyarısından ders almadı.
14. Nefsim, misafir (olan ihtiyarlığa) ziyafet için hiçbir güzel emel hazırlamadı; o da ansızın gelip başıma konuverdi!..
15. O misafire gereken saygıyı gösteremeyeceğimi bilmiş olsaydım, onun eseri olan ak saçları boyayıp gizlerdim.
16. Huysuz atın dizginle çevrilmesi gibi azgın nefsi sapıklığından çevirmede kim bana yardım edecek!
17. Nefsin kötü isteklerini kırmayı günahlarda arama! Çünkü yemek oburluk arzusunu güçlendirir.
18. Nefis emzikli çocuk gibidir, onu kendi haline bırakırsan daha çok emmek ister; sütten kesersen vazgeçiverir.
19. Nefis çeşitli amellerde otlarken onu kollayıp güt; eğer otlağı tatlı bulursa otlatma!
20. Nefsi bayağı isteklerinden çevir, onun seni yönlendirmesinden sakın; çünkü nefsânî istekler, hakim olduğu kimseyi ya helâk yahut rezil eder.
21. İnsan, zehirin yağda olduğunu farketmediği için, nefis ona nice öldürücü lezzetleri güzel göstermiştir.
22. Açlık ve tokluğun hilelerinden kork, nice açlık vardır ki tokluktan daha zararlıdırl
23. Haramlarla dolmuş olan gözden yaş akıt ve pişmanlık perhizine sıkıca sarıl!
24. Nefis ne şeytana muhalefet ederek onlara başkaldır; her ne kadar sana samimi öğütte bulunsalar da onlara güvenme.
25. Nefis ve şeytana düşman olarak da hakem olarak da boyun eğme; çünkü sen hasmın da hakemin de hilesini bilirsin.
26. Amelsiz sözden Allah’a sığınırım. Şüphesiz bu halimle ben, iğdiş olan kimseye soy isnat etmiş oldum
27. Sana iyiliği emrettim, lâkin emrettiğim şeyi ben yapmadım ve dürüst davranmadım. Öyleyse benim sana "doğru ol" demem neye yarar?!
28. Ölümden önce nâfile ibadet olarak bir hazırlık yapmadım; farz olandan başka ne namaz kıldım ne de oruç tuttum.
29. Karanlık geceleri, ayakları şişip ağrıyıncaya kadar ibadetle geçiren o Peygamber’in sünnetini ihmal ettim.
30. O, açlığını hissetmemek için böğürlerinin nazik derisini dürüp bükerek karnına taş bağladı.
31. Altından yüksek dağlar onu kendilerine cezbetmek istedi; o buna aldırış etmeyerek yüksekliğin nerede ve nasıl olduğunu onlara gösterdi.
32. Geçim sıkıntısı çektiği halde onun bu teklife aldırış etmeyişi, dünyaya önem vermediğini bir kere daha pekiştirmiştir. Kuşkusuz sıkıntı çekmek namusa etki edemez...
33. Kendisi olmasaydı, dünyanın yokluktan varlık alanına çıkamayacağı bir şahsın çektiği sıkıntı, onu dünyaya nasıl bağlayabilir ki...
34. Hz. Peygamber (s.a.v) iki dünyanın, insanların ne dillerin, Arap ve Arap olmayan her iki kesimin de efendisidir.
35. Peygamberimiz iyilikleri emreden, kötülükten nehyedendir. "Evet" veya "hayır" diye karar yeren hiçbir kimse onun kadar doğru karar vermiş değildir.
36. O öyle sevgili bir peygamberdir ki, (kıyamet günü) dehşetli korkulardan herhangi biri hücum ettiği zaman onun şefaati umulur,
37. Hazret-i Peygamber (s.a.v) bütün insanları Allah'a davet etti. Ona sarılanlar kopmayan sağlam bir ipe yapışmışlardır.
38. Yaratılışta ve ahlâkta bütün Peygamberlerden üstündür. İlim, asâlet ve cömertlikte hiçbir Peygamber onun mertebesine yükselmiş değildir.
39. Bütün peygamberler Resûlullah'ın (s.a.v) irfan denizinden bir avuç veya cömertlik yağmurundan bir yudum su istemektedir.
40. Diğer Peygamberler Resûlullah'ın (s.a.v) huzurunda, dereceleri bakımından, ilmin noktası veya hikmetin harekesi gibi kalırlar.
41. O öyle bir Peygamberdir ki, maddesi ne mânâsı tam kemâle ermiş, sonra da insanı yaratan Allah onu kendine sevgili seçmiştir.
42. O (s.a.v), güzelliğinde ortağı olmayandır. Ondaki güzellik cevheri de bölünmüş değildir.
43. Hıristiyanların kendi Peygamberleri hakkındaki (aşırı) iddialarını bırak da Hz. Peygamber (s.a.v) hakkında dilediğin gibi hüküm ver.
44. Onun şahsına dilediğin üstün hasletleri izafe et, onun kadrini dilediğin büyüklük sıfatları ile yücelt.
45. Resûlullah’ın (s.a.v) faziletinin bir hududu yoktur ki, konuşan kimse o fazileti dile getirebilsin...
46. Onun mûcizeleri büyüklük bakımından zâtı derecesinde olsaydı, ismi alındığı zaman çürüyen kemikleri bile diriltirdi!..
47. Bize olan aşırı sevgisinden dolayı o, aklın almadığı şeyle bizi imtihan etmedi. Biz de şüpheye düşmedik ve şaşırıp bir hata yapmadık.
48. Onun kemâlíni anlamak bütün varlıkları âciz bıraktı. Ona yakın ve uzak olanlarda hayret ve acizden başka bir şey görülmez!
49. Hz. Peygamber (s.a.v), uzaktan gözlere küçük görünen, fakat yakından (ve doğrudan bakılınca) gözü kamaştıran güneş gibidir.
50. Uyuyan ve gördüğü düşle avunanlar, dünyada onun yüce varlığını nasıl anlayabilir?!..
51. Onun hakkında ilmin varabildiği en son netice, onun bir beşer ve Allah'ın yarattığı bütün varlıkların en hayırlısı olduğudur.
52. Bütün peygamberlerin getirdiği mûcizeler, onlara, ancak onun nurundan ulaşanlardan ibarettir.
53. Çünkü o bir fazilet güneşidir; diğer peygamberler ise (güneş batınca) karanlıkta insanlara parıltısınıı gösteren yıldızlar gibidir.
54. Güzel ahlâkla süslenen Peygamber'in yaratılışı Allah'ın ne büyük ikramıdır! Güzellik onu bürümüş ve güzel yüz ona nişan olmuştur.
55. Hz. Peygamber (s.a.v) yumuşaklıkta çiçek, şerefte dolunay, cömertlikte deniz, himmet hususunda sonsuz zaman gibidir.
56. Onunla yalnızken karşılaştığım zaman, heybetiyle sanki o, bir ordu veya emrine âmâde olanlar arasında gibidir.
57. Sedef içinde gizli inciler, sanki onun söz ve tebessümünden oluşmuştur.
58. Onun kemiklerini saran toprağa denk olacak hiçbir koku yoktur: Onu koklayana ve öpene ne mutlu!..
59. Allah onun doğumunu tertemiz soyundan meydana getirdi; ne güzel bir başlangıç ve ne güzel bir son...
60. (Onun doğduğu gün) Öyle bir gündür ki, o gün İranlılar, keder ve azapların gelişiyle korkutulduklarını sezdiler..
61. Kisra'nın adamlarının bir daha bir araya gelmeyecek şekilde dağıldığı gibi onun sarayı da öylece yarılıp ayrıldı.
62. Onun doğumuna duyduğu eseften dolayı (taptıkları) ateşin nefesi kesilip söndü. Nehirleri de öfke ve üzüntüsünden kaynak ve yatağını değiştirdi.
63. Göllerinin yere batması Sava’lılan ümitsizliğe düşürdü ve susadıkları zaman göle gidenler öfkeyle geri döndüler.
64. Sanki ateşte, sudaki ıslaklık (ve söndürme) özelliği varmış gibi üzüntüsünden (söndü). Su da ateşteki alev (ve yakma) özelliğine sahip gibiydi.
65. Onun doğduğu gün cinler sevinç çığlıkları atıyor, nurlar yükselip yayılıyor, hakikat mânâda ve sözde ortaya çıkıyordu.
66. Kör ve sağır kesildiler de müjdelerin ilânı işitilmedi ve korku şimşekleri görülmedi.
67. Kavimlere kendi eğri dinlerinin devam edemeyeceğini kâhinleri haber verdikten sonra dahi uyarıları fark edemediler.
68. Yerdeki putların (yüz üstü) düştüğü gibi ufukta yıldızların akmasını gördükleri halde yine fark edemediler.
69. Öyle ki şeytanlar (yıldızların akması karşısında) vahiy yolundan dönüp peş peşe kaçışıyorlardı.
70. Onlar âdeta Ebrehe’nin yiğit erleri(!) veya Hz. Peygamber'in (s.a.v) avuçlarından atılan çakıl taşları karşısındaki (bozguna uğrayan) asker gibiydiler...
71. Hz. Peygamber'in avuçlarındaki çakıl taşları, tesbih ettikten sonra, tıpkı tesbih eden Hz Yûnus'un, kendini yutan balığın karnından atıldığı gibi atıldılar.
72. Onun davetine ağaçlar secde ederek ve ayaksız, kökleri üstüne (sürünerek) yürüyüp geldiler.
73. Ağaçlar öyle çizgi çizdiler ki, sanki kökleriyle yol ortasına en güzel yazı yazmışlardı.
74. (Ağaçların hareketi) bulut gibiydi; o nereye gitse bulut da gider ve onu, günün en sıcak vaktinde fırın gibi kızgın güneşin hararetinden korurdu.
75. Yarılan aya yemin ederim ki onun Hz. Peygamber’in (s.a.v) kalbine bir benzerliği vardı.
76. Hayır ve kerem sahibini Hz. Peygamber’i (s.a.v) mağaranın saklayışı ve kâfirlerin bütün gözlerinin ona karşı kör kesilişi onun mucizelerindendir.
77. Müşrikler, mağarada hiç kimse yok derken, sâdık olan Hz. Muhammed (s.a.v) ile sıddık olan Ebû Bekir mağarada (bulundukları halde) görülmediler.
78. Müşrikler, mahlûkâtın en hayırlısının üzerine örümceğin ağını örmediğini ve güvercinin uçup dolaşmadığını sandılar.
79. Allah'ın (onu) koruması, kat kat zırhlara ve sağlam kalelere ihtiyaç bırakmadı.
80. Zamanın bana zulmederek zarar vermesinden dolayı her ne vakit ona sığındımsa, onun tam bir himayesinden başka bir şey bulmadım.
81. Her ne zaman ondan iki dünyaya ait nimet istedimse, iyilik yapanların en hayırlısı olandan Hz. Muhammed’den (s.a.v) bol bol ihsan gördüm.
82. Onun rüyasında gerçekleşen vahyi inkâr etme; çünkü onun, gözleri uyuduğu zaman uyumayan bir kalbi vardır.
83. (Rüyadaki) bu vahiy, Onun (s.a.v) peygamberlik mertebesine erdiği bir sırada gerçekleşmlşti. O halde böyle bir zamanda rüya görenin hâli inkâr olunamaz.
84. Hâşâ vahiy çalışıp kazanmakla elde edilmiş değildir ve hiçbir peygamber de gaibden verdiği haberde yanlış yapmaz.
85. Onun (s.a.v) eli, nice hastayı dokunmakla iyileştirdi ve nice şifaya muhtaç olan kimseyi cinnet bağından kurtarıp salıverdi.
86. Onun (s.a.v) duası nice kıtlık ve kuraklık yılını ihya etti. Hatta o sene, karanlık asırlar içinde bembeyaz parlayan bir yıla benzedi.
87. Resûlullah'ın (s.a.v) duası üzerine sağnak yağdıran bir bulut sebebiyle derelerden akan suyu, denizden bir ırmak veya Arim vadisinden gelen sel zannedersin.
88. Bırak beni de onun, gece yüksek dağ başında yakılan ziyafet ateşi gibi besbelli olan mucizelerini anlatayım.
89. Muntazam olarak dizilen inci daha güzeldir; bununla beraber dizilmemek incinin kıymetini eksiltmez.
90. Şairin hayal gücü, ondaki yüksek ahlâkı ve temiz huyu anlatmaya yetmez.
91. Allah'ın hak olan âyetleri (lafız itibariyle) sonradan, (mânâ itibariyle) ezelîdir; çünkü kadim olan Allah'ın sıfatıdır:
92. Kur'ân âyetleri, bize âhiretten, Âd ve İrem kavimlerinden haber vermeleri itibariyle (manası ve hükümleri) belirli bir zamana ait değildir.
93. Onlar, bugün hâlâ elimizde bulunmakta olup diğer peygamberlerin mucizelerinden üstündür; çünkü onların mucizeleri (belirli bir zamanda gelmiş) ve devam etmemiştir.
94. Onlar, şüpheye yer vermeyen ve (kendisinin üstünde) hiçbir hakem kabul etmeyen muhkem âyetlerdir.
95. Her ne zaman Kurân âyetlerîne harp ilan edilecek olsa, sonunda en azılı düşmanlar bile gerçeği görerek ona teslim olmuşlardır.
96. Namusuna düşkün kimsenin kendi hareminden câninin elini çekip defettiği gibi, Kur'ân'ın belâgatı da muarızlarının iddiasını öylece reddetmiştir.
97. Kur'ân âyetlerinin, deniz dalgaları gibi birbirini destekleyen mânâları vardır, fakat onlar güzellik ve değer bakımından denizin cevherinden daha üstündür.
98. Kur`ân âyetlerinin olağanüstülükleri saymakla bitmez ve çok okumakla bıkıp usanılmaz.
99. Kur'ân okuyanın gözü ve gönlü onunla tatmin olmuştur. Onu okuyana dedim ki: Allah'ın ipi olan Kur'ân sayesinde isteğine ulaştın, artık ona sımsıkı sarıl.
100. Eğer Kur'ân'ı Lezzâ ateşinin hararetinden korktuğun için okursan, onun serin suyuyla cehennem ateşini bile söndürürsün.
101. Kur'ân âyetleri havz-ı kevser gibidir. Günahkârlar ona kömür gibi simsiyah girseler dahi yüzleri ak pâk olarak çıkarlar.
102. Onlar sırat ve terazi gibi dosdoğrudur. İnsanlar arasında Kur'ân'ın gösterdiği adaletin dışında bir adalet sürekli değildir.
103. İyi anladığı ve tam erbabı olduğu halde, bilmezlikten gelerek onu inkâra yeltenen kıskancın haline sakın şaşma!..
104. Bazen ağrı yüzünden göz güneşin ışığını ve hastalıktan dolayı ağız suyun tadını inkâr eder.
105. Ey ihtiyaç sahiplerinin koşarak ve güçlü develere binerek kapısına yöneldiği kimselerin en hayırlısı olan Peygamber! (s.a.v)
106. İbret almak isteyenler için senden başka varlığı en büyük âyet kim olabilir?! Ve ganimet bilenler için senden başka en yüce nimet kim olabilir?
107. Sen, zifiri karanlık bir gecede dolunayın gidişi gibi bir Harem'den diğer bir Harem’e gittin.
108. Sen (mîrac gecesi) Kâbe-kavseyn denilen öyle bir mertebeye yükseldin ki, o mertebe (diğer peygamberler tarafından) ne istenildi ne de ona ulaşıldı.
109. (O gece) bütün nebî ve resûller, hizmetçinin efendiyi öne geçirdiği gibi seni öne geçirdiler.
110. Sen, kalabalık bir topluluk içinde sancak sahibi olarak onlara uğrayıp yedi kat gökleri yarıp gittin.
111. Allah'a yaklaşmak üzere yükselmek isteyenlere yükselecek bir yer ve ileri geçmek isteyenlere bir nihayet bırakmayıncaya dek yükseldin.
112. Sen mîraca davet olunduğunda, bir sancak gibi kendı' makamına nisbetle bütün makamları aşağıda bıraktın.
113. Gözlerden gizli mi gizli olan Allah'a kavuşmak ve nice önemli sırları anlamak için mîrac ettin.
114. Kimse sana ortak olmadan bütün övünülecek sıfatları kendinde topladın ve her makamı tek başına geçtin.
115. Senin sahip olduğun mertebelerin derecesi yüce ve sana verilen nimetleri hakkıyla anlamak zordur.
116. Ey İslâm toplumu! Allah'ın ezelî bir lütfu olarak bizim yıkılmayan bir dayanağımız vardır, ne mutlu bizlere...
117. Allah bizleri, peygamberlerin en şereflisi olan Hz. Muhammed (s.a.v) vasıtasıyla kendine itaate davet edince, biz de ümmetlerin en şereflisi olduk.
118. Aslanın kükreyişi, bir şeyden habersiz otlayan koyun sürüsünü ürküttüğü gibi, onun peygamberlik haberleri de düşmanların kalplerine öylece korku saldı.
119. Hz. Peygamber (s.a.v) her savaşta düşmanla karşılaşmaktan geri kalmadı; öyle ki, mızrak ile (öldürülen düşmanlar), kasap kütüğünde doğranan ete benzedi.
120. Düşmanlar, karakuş ve kartalların (savaş meydanından) kapıp kaldırdığı et parçalarına özenircesine harpten kaçmak isterlerdi.
121. Haram aylarının geceleri dışında düşmanlar, gelip geçen gecelerin sayısını bilmezlerdi.
122. İslâm dini sanki düşmanların etine iştahlı, bütün kumandanlarla, onların üzerine inen misafir gibidir.
123. Hz. Peygamber at üzerinde, dalgalar gibi ard arda ok yağdıran kahramanlardan oluşan deniz gibi bir orduyu sevk ve idare ediyordu.
124. O kahramanlar, küfrûn kökünü kazımak için hücum ederler, sevabını yalnız Allah'tan bekler ve O'nun her davetini hemen kabul ederlerdi.
125. Nihayet İslâm milleti garip kaldıktan sonra o kahramanlar sayesinde hısım ve akrabalarına kavuştu.
126. (Çocuk ve kadınlar) en hayırlı baba ve kocaların sayesinde (düşmanlardan) ebediyyen korunarak yetim ve dul kalmadı.
127. Mücahitler dağlar gibidir. Şimdi sen, her savaşta onlardan neler çektiklerini düşmanlarından sor.
128. Düşmanlar için vebadan daha tehlikeli birer felaket mevsimi olan savaşları sen Huneyn’den, Bedir’den ve Uhud'dan sor.
129. Onlar, düşmanların sarkan saçlarıyla simsiyah olan ense köküne beyaz olarak indirdikleri kılıçları kıpkızıl olarak kaldıranlardır.
130. Hat oklarıyla yazı yazan mücahidlerin kalemleri, düşmanın vücudunun hiçbir tarafında noktasız yer bırakmamıştır.
131. Nasıl ki gül, güzel manzarasıyla palamut ağacından seçilirse, keskin silahlı mücahidler de kendilerini başkalarından ayıran bir görünüme sahiptirler.
132. Zafer rüzgarları sana onların güzel kokusunu sunuyor. Zırhına bürünen her kahramanı henüz kılıfından çıkmamış çiçek sanırsın.
133. Atların sırtında, kolanların sıkı bağlanmasından değil, azim ve sebatlarının kuvvetli oluşundan dolayı sanki mücahitler yükseklerde biten kökleri sağlam ağaçlar gibidir.
134. Mücahitlerin şiddetli hücumundan korkan düşmanların kalpleri uçtu da yiğitle kuzuyu ayırt edemez oldular.
135. Ormanda aslanlar, Resûlullah’ın (s.a.v) sayesinde zafer kazanan kimseye rastlayacak olsalar korkudan susarlar.
136. Onun yardımıyla zafer kazanmayan bir dost ve perişan olmayan bir düşman asla göremezsin.
137. Aslanların yavrularıyla birlikte (kendileri için güvenli olan) ormana indiği gibi Hz. Peygamber de (s.a.v) ümmetini dinin sağlam sığınağına indirdi.
138. Allah'ın kelâmı (olan Kur'an), İslâm dinine karşı nice mücadele edenleri yere serdi; ve onun kuvvetli delilleri, nice azılı düşmanları mağlup ve perişan etti.
139. Okuma yazma bilmeyen bir ümmînin cahiliye döneminde yaşadığı halde ilim, yetim olduğu halde yüksek bir terbiyeye sahip olması sana mucize olarak yeter.
140. Bu kasideyle ona Resûlullah’a (s.a.v) hizmet ettim. Hayatım boyunca başkalarına şiir yazarak ve hizmet ederek işlediğim günahların, bu kaside vesilesiyle affını ummaktayım.
141. Başkalarına yazdığım şiir ve ettiğim hizmet, boynuma, neticesinden korkulan bir gerdanlık taktığı için, bunlarla sanki ben kurbanlık bir deveyim...
142. Her iki halde de (başkalarına şiir yazmak ve hizmet etmekle) çocukça taşkınlıklarda bulundum. Neticede günah ve pişmanlıktan başka birşey elde etmedim.
143. Ey ticaretinde zarar eden nefis! Dünyaya karşılık dini satın almadın ve iyi bir pazarlık yapmadın.
144. Kim ki din hususunda peşini veresiyeye satarsa, onun peşin ve veresiyede iflas edeceği besbellidir.
145. Eğer günah işleyecek olursam, Hz. Peygamber’le olan ahdim bozulmaz ve onunla olan bağım kopmuş sayılmaz.
146. Şüphesiz ismimin Muhammed olması dolayısıyla ben onun himayesindeyim. O ise, yaratılanlar içinde sözünü yerine getirenlerin en vefalısıdır.
147. Eğer kıyamet günü lütfedip elimden tutmazsa, (o zaman sen bana) şöyle de: "Ey ayağı sürçen zavallı nerdesin!"
148. Hâşâ o, kereminden umanı mahrum etmez; ona sığınan komşu, hürmet ve şefaat görmeden dönmez.
149. Bütün düşüncemi onun medh-ü senasına ayıralı, kurtuluşum için onu hâmilerin en hayırlısı buldum.
150. Yağmurun tepelerde bile çiçek bitirdiği gibi, onun bol şefaati de ümitsiz kalan bir eli bırakmaz.
151. (Bu kasideyi yazarken), Herem’i övmesi üzerine Züheyr’in elleriyle derlediği göz alıcı dünya çiçeklerini (nimetlerini) istemedim.
152. Ey yaratılmışların en hayırlısı olan Peygamber! (s.a.v) Ölüm geldiğinde benim senden başka sığınacak kimsem yoktur.
153. Kerîm olan Allah, kıyamet gününde müntakim ismiyle tecelli edince, ey Allah'ın Resûlü bana şefaat etmekle senin makam ve rütbene asla noksanlık gelmez.
154. Şüphesiz dünya ve ahiret senin cömertliğinden, Levh'in ve Kalem’în ilmi de senin ilmindendir.
155. Ey nefs, Büyük günahlardan dolayı Allah'ın rahmetinden ümit kesme! Çünkü Allah'ın mağfiretine nisbetle büyük günahlar küçük hatalar gibidir.
156. Umulur ki Rabbim rahmetini taksim ederken, taksim günahların (çokluğuna göre) yapılır.
157. Ya Rabbi! (Rahmetine olan) ümidimi huzurunda ters çevirme ve hesabımı noksan eyleme.
158. İki dünyada da kuluna lütfeyle, çünkü korkular hücum ettiği zaman onun bitip tükenen bir sabrı vardır.
159. Allah'ım, sürekli olan salevât bulutlarına izin ver de Hz. Peygamber (s.a.v) üzerine sağnak sağnak rahmet yağdırsınlar.
160. Seher yeli sorgun ağacının dallarını hareket ettirdikçe ve deveci boz develeri nağmeleriyle coşturdukça o rahmet yağdıkça yağsın.