KLASİK SANATLAR
Ana yurdumuz Orta Asya’da var olan birçok sanatımız, Anadolu’ya ulaşana kadar farklı kültürve medeniyetlerin sanatlarıyla etkileşimde bulunarak tekâmülünü sürdürmüş, çeşitli inanç sistemlerine dayalı formların eklenmesiyle gelişerek farklı boyutlar kazanmıştır.
Miladî 751 yılında Türklerin İslamı kabulü ile; zaten güzel olan Kur’an-ı Kerim ve hadisleri, daha güzel göstermek ve İslamın estetik anlayışının "çirkini güzel, güzeli daha güzel yapmak" düsturundan da hareketle daha güzel yazma gayreti içine girilmiş, başta hüsn-i hat sanatı olmak üzere sanatların estetik ölçüleri oturmaya ve farklı ekoller oluşmaya başlamıştır. Hat sanatı özellikle Anadolu’da geliştirilmiş, yazı kenarlarına tezhip, minyatür, katı’ uygulamaları yapılmış, yan kâğıtları ebruyla kaplı muhteşem ciltler meydana getirilerek, kitap sanatları oluşmaya başlamıştır. Sanatlarımız, mimaride de etkisini göstermiş, ibâdethâne, saray, köşk, han, hamam, köprü, çeşme gibi farklı mekanları daha güzel göstermek amacıyla uygulanmış, duvarlarda kalemişi, çini, ahşap kesimde naht olmuş, ahşap süslenerek kündekâri, sedef kakma, edirnekâri hâline gelmiş ve sanat yolundaki serüven devam ederek sağlam temelleriyle, klasik sanatlar envanterini meydana getirmiştir. İstanbul’un fethinden sonra saray tarafından özenle desteklenen sanatlarımız, zamanla üsluplaşmış ve 16. yüzyılda zirveye çıkmıştır. Günümüzde ise sanatlarımız, gelişen teknolojilerden faydalanılmasına rağmen, farklı akımlardan etkilenmeden, İstanbul merkezli "Klasik Sanatlar" olarak halen yakaladığı zirveyi muhafaza etmektedir.