1453 yılında, Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethetmesiyle beraber, yüzyılların başkenti, bu kadim şehirde hızlı bir imar faaliyeti başlamıştır. İnancı, kültürü, geleneği ve sanatıyla bütünleşmiş, güçlü bir medeniyete sahip Osmanlı Devleti, İstanbul’a “İslam başkenti” olma ruhunu nakşetmiştir. Meydanlarda yükselen ihtişamlı camilerin, inancın ilimle yoğrulduğu kıymetli medreselerin yanında, halkın ve yolcuların su ihtiyacını karşılamak, Ramazan ayında ve kandillerde bal şerbetleri ikram etmek ve böylece Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla çeşme ve sebiller inşa ettirilmiştir. O kadar ki ara sokaklar bile ihmal edilmeyerek neredeyse her meydana, her cami avlusuna ve her köşeye bir çeşme veya sebil yaptırılmıştır.
Günümüzde, İstanbul’un iki yakasında, çeşitli semtlerde, işlevini sürdüren veya sürdürmeyen yüzlerce çeşme ve sebil bulunmaktadır. Bugüne kadar ulaşamayan yüzlercesini daha düşündüğümüzde, bu sayının ne kadar fazla olduğunu tahmin edebiliriz. Günümüz yapılarının bazıları sadece işlevsel amaçlarla yapılmış küçük çeşme veya sebiller olsa da, bazıları İstanbul’un bir remzi olacak kadar ihtişamlı ve abidevidir. Tüm bunlardan sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki ecdadımız, hayır kurumlarını en ücra yerlere kadar ulaştırarak toplum hizmeti adına, kendisine düşen sorumluluğu hakkıyla yerine getirmiştir. Artık onların torunları olarak, bizim görevimiz emanete sahip çıkmak ve onu hakkıyla koruyabilmektir. İstanbul’un Çeşme ve Sebilleri programında, alanında uzman konukların anlatımıyla birlikte çeşme ve sebillerin yapılış hikayeleri, onların hayat bulmasına vesile olanlar ve inşa kitabeleri anlatılacak. Bu kadim mimari eserlerin üzerine binbir emekle işlenmiş nakışları, birbirinden harika motifleri, görkemli mermer kabartmaları, çinileri ve tüm güzellikleri şimdi çok daha yakından incelenecek.