MUSHAF-I ŞERİF HATLARI

Kur’ân-ı Kerim, Asr-ı Saadet’ten günümüze kadar büyük bir titizlikle yazılmış, ezberlenmiş, okunmuş ve bu yollarla da korunmuştur. Yüzyıllar içinde âlimler, Kur’an’ı daha rahat ve doğru okumayı sağlayacak imlâ kurallarını ve güzel yazma usullerini geliştirirken kâtipler de Mushaf hatlarının estetik değer kazanması yolunda sanat güçlerini ortaya koymuş, bu arada Müslümanların sanat zevklerini de tatmin etmeye çalışmıştır. Emevîler devrinde yazılı kültüre geçişle beraber Mushaf kitâbeti etrafında hat, tezhip, cilt ve bunlara bağlı dallar, zengin kitap sanatlarını oluşturmuş, zamanla bu sahada şaheserler ortaya konmuştur. Kur’an’da, bu ilâhî kelâmın temiz sayfalarına değerli kâtipler tarafından yazılıp korunduğuna işaret eden beyanlar vardır (Vâkıa sûresi 56/77-78; Abese sûresi 80/11-16; Beyyine sûresi 98/2-3). Hicret’ten önceki dönemden itibaren Kur’an metninin Hz. Peygamber’in huzurunda yazıldığına dair nakiller kaynaklarda yer almaktadır.

İslâm’ın doğuşu sırasında bitişik Nebatî yazıdan kaynaklanan, Enbârî ve Hîrî safhalarından sonra Dûmetülcendel yoluyla Hicaz bölgesine geçen biri basit yuvarlak ve eğri çizgileriyle kâtibine göre farklılık arzeden “meşk” (leyyin, müstedîr), diğeri düzenli, geometrik, düz ve köşeli hatlarıyla “cezm” diye adlandırılan iki ayrı karakterde yazı biliniyordu. Kureyş kabilesinde bu yazıları bilenlerin sayısı on yedi civarındaydı (Belâzürî, s. 476-480). Söz konusu yazı sisteminde Arap dili fonetiğinde bulunan yirmi sekiz harfe karşılık on beş şekil vardı, on üç ses de bu işaretlerden biriyle yazılıyordu, fakat benzer şekildeki harfleri birbirinden ayıran nokta ve seslendirme işaretleri yoktu. Bu durumda mevcut alfabe ve imlâ ile Arap dilini ayrıca lehçe farklarıyla birlikte tespit etmek güçtü. O dönemlerde Araplar yazılı kültüre henüz geçmemişse de çok güçlü bir ezberleme yeteneğine sahiptiler. Bu sebeple I. (VII.) yüzyılın ikinci yarısına kadar yazı, hâfızaya yardımcı konumunda bulunuyordu (Çetin, Eski Arap Şiiri, s. 25; Muhammed Hamîdullah, s. 51).

 

Kısa bir süre vahyin her iki yazı türü ile yazıldığı, fakat daha sonra geometrik yazının Kur’an’a tahsis edildiği bilinmektedir. Hz. Ali (ra)’ın bu yazının harf, kelime ve cümlelerinin tertip ve terkibinde, aralık ve birleşmelerinde bazı kurallar ortaya koyduğu söylenir (Âlî, s. 13). Ayrıca ashap, Mushaf yazısını güzelleştirme yolunda çaba gösteriyordu. İbnü’n-Nedîm, Mekkî mâil ve Medenî yazılarının elif harfleriyle karakterize edildiğini kaydeder ve “elif”lerin sola meyilli alt ucunun sağa doğru kıvrık olduğunu belirtir (el-Fihrist, s. 9). Bu yazı İslâmiyet’le beraber mekkî, medenî, daha sonra basrî, kûfî gibi yeni terimler kazandı. Günümüzde I. (VII.) yüzyıla ait olduğu tahmin edilen mâil mekkî yazı örneklerinde dik hatlar sağa meyilli, elif harfleri bitiş  noktasında çengellidir. (Vatikan Ktp., Ar., nr. 1605; Britanya Müzesi, nr. 2165; Bibliotheque  Nationale, Ar., nr. 328)

Resûl-i Ekrem (sav) zamanında kâtipler yazı malzemesi olarak safran ve gül suyu ile boyanmış, inceltilmiş deri (rak), tahtadan yapılmış tabletler, develerin kürek kemikleri, hurma ağacı yapraklarının orta damarı, ince beyaz taş ve kırık seramik parçaları kullanıyordu. Sert malzeme üzerine madenî kalemle oymak suretiyle, diğer malzemeler üzerine de kamış kalem, hokka içinde siyah veya kahverengi mürekkeple yazıyorlardı. Hz. Peygamber (sav) dayanıklı ve kalıcı olması sebebiyle vahiylerin, önemli mektupların parşömen üzerine yazılmasını istiyordu. Çok pahalı olan Mısır papirüsü ve Hint beyaz ipeği de yazı malzemesi olarak biliniyordu.

Hz. Ebû Bekir (ra) devrinde cemedilen Mushaf ve Hz. Osman (ra)’ın hilâfetinde Mushaf istinsah heyetince belirlenen imlâ kuralları esas alınarak çoğaltılan Mushaflar, deri üzerine, siyah mürekkeple ve medenî hatla irice yazıldı. Kur’an metninin dışında hiçbir işaret ilave edilmedi. Özellikle Mushaf kitâbeti için seçilmiş olan medenî yazı düzenli, geometrik, ritmik, yatay ve dikey çizgilerin hâkim olduğu noktasız, harekesiz basit bir yazı türü idi.

Emevîler döneminde ilim ve sanat hayatı canlandı, bunun sonucunda Kur’an ve kitap istinsah, telif ve tercüme faaliyetleri hızla artmaya başladı. Dımaşk’ın idarî merkez olmasından sonra Mushaf yazan ve divanda çalışan kâtipler çoğaldı. Mushaf yazanlar bütün emeklerini yazının güzelleşmesi yolunda harcıyorlardı. Kâtiplerin tecrübeleri artınca satır düzeninde harf ve kelimeler oran ve biçim kazanmaya başladı. İbnü’n-Nedîm, I. (VII.) yüzyılda hüsn-i hatla ilk defa Mushaf yazanın Hâlid b. Ebü’l-Heyyac olduğunu belirtir ve onun yazdığı Mushafı gördüğünü kaydeder. I. Velîd için şiirler istinsah eden Hâlid, Mescid-i Nebevî’nin kıble duvarına Şems sûresini veya Şems sûresinden Kur’an’ın sonuna kadar olan kısmı altınla ve ilk defa celî kûfî hatla yazan sanatkâr olarak anılır. Yine İbnü’n-Nedîm, Ömer b. Abdülaziz’in Hâlid’den bir Mushaf yazmasını istediğini, ancak Kur’an’ın yazılması tamamlandıktan sonra çok beğendiği halde fiyatını yüksek bulduğu için onu elde edemediğini nakleder (el-Fihrist, s. 9). Emevî sarayında ücretle çalışan Malik b. Dînâr’dan önce Sa’d ve yazıda büyük ıslahat yapan Kutbe el-Muharrir, güzel hatla Mushaf yazan kâtiplerdendir. Bu devirde genişleyen idarî teşkilâta bağlı olarak divanlarla günlük yazışma ve kayıtlarda yuvarlak (müstedîr) yazı gelişme zemini bulup daha çok işlendi. Resmî belgelere belirli ebatta kâğıtlar ayrıldı ve bunlar için uygun yazılar geliştirildi. Yuvarlak yazı sahasındaki bu çeşitlilik, örnekleri IV. (X.) yüzyıldan sonra görülen Kur’an ve kitap yazımında kûfî hattın yerini alacak olan neshî (verrâki, Irâki) yazıya zemin hazırladı. Yazı sanatı, diğer İslâm sanatlarına göre daha erken ve süratli bir şekilde gelişme ve değişim göstererek, İslâmî kimlik kazandı.

Emevîler zamanında Mushaf kitâbetinde görülen önemli bir gelişme de Kur’an kıraatinde i’rab hatalarını, yanlışlıkları gidermek, Mushaf metninde her türlü bozulmayı önlemek, rahat ve doğru okumayı sağlamak amacıyla yapılan harekeleme ve noktalama çalışmalarıdır. Ebü’l- Esved ed-Düelî ile başlayan yuvarlak kırmızı renkli noktalarla harekeleme, Nasr b. Âsım ve ibn Ya`mer ile benzer harf şekillerinin kalem kalınlığı kadar eğik çizgi şeklinde noktalama çalışmaları (Dânî, s. 1-10), Halîl b. Ahmed ile de Arap yazı ve imlâ sistemi, okutma ve mühmel işaretleri bugünkü şeklini almıştır (a.g.e., s. 2-9; Süyûtî, s. 160-162). Müze ve kütüphanelerde I, ll ve III. (VII, VIII ve IX.) yüzyıllara ait kûfî Mushaf yazılarındaki bu ıslahatı belgeleyen Mushaf veya Mushaf sayfaları bulunmaktadır. İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde yer alan (Şam Evrakı, nr. 85, 86, 87, 88, 89) Kur’an sayfalarından başka bir Mushaf-ı Şerif (nr. 358), Topkapı Sarayı Müzesi (Karatay, I, 1-23), İstanbul Üniversitesi (a.g.e., I, 1-3), Vatikan (Levi della Vida, s. 1-51) kütüphanelerinde ve British Museum’da (Lings, s. 17-28) bulunan Mushaf ve Mushaf sayfaları bilinen güzel örnekler arasında zikredilebilir. Bu örneklerde düz ve dik hatların ölçülü çekilişindeki metanet, temizlik, sadelik, kelime, harf ve satır aralarındaki uyum ve oran dikkat çekmektedir.

Abbasîler döneminde yetişen Dahhâk b. Aclân el-Kâtib, İshak b. Hammâd, İbrâhim es-Siczî gibi kâtipler, mevzun hatlarda önemli yenilikler yaptı. Bu devirde Hârûnürreşîd’in sarayında çalışan Mehdî ve Hoşnâm adlı kâtiplerle kûfî hattını hünerle yazan Ebû Hîrî’nin adı Mushaf yazan sanatkârlar arasında geçer.


Hat sanatında bir dönüm noktası kabul edilen İbn Mukle ve kardeşi Ebû Abdullah Hasan b. Ali, mevzun hatları (müstedîr) ayıklamaya tâbi tutarak sınıflandırmış, harflerin hendesî ölçü (Hendesetü’l-hurûf) ve kurallarını belirlemiş ve aklâm-ı sittenin doğuşuna zemin hazırlamıştır. İki Mushaf yazdığı bilinen İbn Mukle’den günümüze herhangi bir örnek ulaşmamıştır.

Abbâsîler devrinde bilhassa tercüme ve telif faaliyetlerine paralel olarak zenginleşen kütüphanelerde çalışan verrâklar (müstensih, kâtip) bu nisbetli yazılar arasında “neshî” diye bilinen hattı, Mushaf ve kitap istinsahında geliştirdiler. Neshî yazı daha sonra reyhânî ve nesih adlarıyla ikiye ayrılarak Mushaf yazımında öne çıkacaktır. IV. (X.) yüzyılda neshî yazı tamamen kûfînin yerini aldı. Ancak kûfî hattı Kuzey Afrika, Endülüs ve Mağrib’de kûfiyyü’l-mesâhifi’l-Garbî, el-hattu’l-Mağribî (TİEM, nr. 360; TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 40; İ0 Ktp., AY, nr. 6754’te Mağribî hatla örnek Mushaflar bulunmaktadır) şekliyle Verş kıraatine uygun, İran ve doğusunda Meşrik kûfîsi (TSMK, Revan Köşkü, nr. 14; Emanet Hazinesi, nr. 42’de Meşrik kûfîsi ile Mushaflar vardır) adıyla aklâm-ı sittenin yaygınlaşmasına kadar Mushaf hattı olarak kullanılmaya devam etti.

Hz. Osman (ra), Mushaflarının şekil ve hattını muhafazaya son derece önem veren âlimlerin yanı sıra sonraki âlimlerden yazının bir sembolden ibaret olduğunu, meselenin Kur’an’ı doğru okumayı sağlayan, metni şekillendiren hattan ibaret bulunduğunu söyleyenler de vardı. Buna göre Kur’an’ın kûfî hatla olduğu gibi başka biçimde yazılması da câizdir. Kur’an metnini muhafazada Müslümanların hassasiyetinden kaynaklanan bu ihtilâflar V. (XI.) yüzyıla kadar devam etti. Fakat zamanla hareke ve noktaların kaçınılmazlığı âlimler tarafından kabul edildi. Ayrıca sûrenin baş tarafına adını yazmak, âyetleri birbirinden ayıran işaretler koymak, Kur’an’ı cüzlere, hiziplere ayırarak, bunlar için özel şekiller yapmak, Mushafı tezyin etmek hoş karşılanmaya başlandı. Aslında Mushaf kitabetinde neshî yazının kûfînin yerini alması resm-i Osmânî’ye muhalefet olmayıp hat sanatının tarihî seyri içinde gelişmesinin tabii bir neticesidir. Kûfî ve neshî yazısında harflerin öz ve cevherleri aynıdır, farklılık, harflerin özel şekillerindedir. Böylece Hz. Osman (ra) ‘ın Mushaf kitâbeti için koyduğu usullere zaman içinde ilâveler olmuş, hat, kıraat, dil âlimleri ve kâtipler tarafından Kur’an hattının şekli, bazı İslâm ülkelerinde imlâsı ve tertibi geliştirilerek kurallara bağlanmış, bu konuda “İlm ü resmi’l-Mushaf” adıyla bir ilim tedvin edilmiş, yazı ve imlâda bu klasik formlara bağlı kalmak, Mushaf kitâbetinde esas alınmıştır. Kur’an kıraati icâzetli bir hocadan öğrenildiği gibi Mushaf yazma âdâbı da I. (VII.) asırdan itibaren sistemli bir öğretimle üstattan tâlim edilegelmiştir. Kur’an’ın  Arap alfabesi dışında bir alfabe ile yazılması mümkün değildir. Harflerin kelime içinde şekil ve nisbetleriyle satır halinde güzel duruşlarını sağlamak Kur’an yazmanın âdâbından sayılmış, harf şekillerinin açık, irice, okunaklı ve güzel olması üzerinde önemle durulmuştur. Çünkü güzel yazı, okuyanda hürmet ve hayranlık uyandırdığı gibi fikrin telkininde de önemli ölçüde tesir eder. Sûrelerin isimlerini, nâzil oldukları yeri ve âyetlerin sayısını açıklayan başlıkların ayrı bir hatla yazılmasında sakınca görülmemiştir. Sayfa kenarında kalan aşr, hizb ve secde güllerinin nakşına da izin verilmiştir. Bu şekiller, eskiden beri yazma Mushaflarda renkli boya ve altın mürekkeple tezhip edilmiş, bu bölümlerin ibareleri tevki’ hatla yazılmış, böylece açıklayıcı kısımlar Kur’an metninden ayrılmıştır. Hat tarihinde ikinci büyük hat üstadı olarak kabul edilen İbnü’l-Bevvâb, İbn Mukle’nin aklâm-ı sittede ortaya koyduğu kuralları daha ince geometrik nisbetlere bağlayarak üslûbunu güzelleştirmiştir. İbnü’l-Bevvâb’ın altmış dört Mushaf yazdığı bilinmektedir. Bunların içinde zamanımıza ulaşan ve kendisine ait olduğu kesin olan en güzel nüsha Dublin’dedir (Chester Beatty Library, nr. 1431). 391 (1001) yılında resmî imlâ ile Bağdat’ta yazılan bu Mushaf 17,7 x 13,7 cm. boyutlarında 286 varaktır. Kur’an metni yeni üslûp kazanmaya başlayan reyhânî hatla, sûre başları ve açıklayıcı bilgiler (muhtıra) tevki’ hatla yazılmıştır. Âyet sonları mavi renkli üç nokta ile belirtilmiş, her beş âyette beş rakamının ebcedde karşılığı olan “he” harfini temsil eden damla şekli konmuştur. Her on âyeti gösteren aşr işareti sûrenin içinde bazen dış bordürde iki madalyon şeklindedir. Mushafın tezhibinin de İbnü’l-Bevvâb’a ait olduğu tahmin edilmektedir. Bu Mushaf, reyhânî yazının doğuşunu belgelemesi yanında devrinin Mushaf yazma usullerini, sayfa düzeni ve tezhibini göstermesi bakımından da elde mevcut ilk örnektir. David Storm Rice, Mushaf üzerinde bir araştırma yapmıştır (The Unique Ibn al-Bawwab Manuscript in the Chester Beatty Library, Dublin 1955).

Altı çeşit yazıyı klasik kurallarıyla belirleyen Yâkut el-Müsta’sımî, yazdığı söylenen bin Mushaf ve yetiştirdiği altı talebesiyle Mushaf kitâbetinde yeni bir çığır açtı. Bu ekolde muhakkak ve reyhânî yazılar en güzel ölçülerine ulaştı. XV. yüzyılda Osmanlı hat ekolünün oluşumuna kadar başta muhakkak ve reyhânî olmak üzere sülüs ve nesih hatlarla Mushaf kitâbetine zenginlik ve çeşitlilik kazandırıldı. Yâkut el-Müsta’sımî’nin günümüze ulaşan eserlerinin çoğu Mushaftır (TSMK Emanet Hazinesi, nr. 37,61, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 216, 224, 226, 227; Hırka-i

 

Saadet, nr. 159). Bu Mushafların her biri, ayrı ayrı muhakkak, reyhânî, sülüs ve nesih hatlarla yazılmıştır. Kaynaklarda verilen bilgiye göre Yâkut’un talebesi Abdullah Ergun yirmi dokuz; Nâsırüddin Mütetabbib yirmi beş; Mübârek Şah Kutub kırk dört; Ahmed-i Sühreverdî otuz üç, Abdullah-ı Sayrafî otuz altı ve Nasrullah Tayyib yirmi beş Mushaf yazmıştır. Yâkut ekolünde sülüs ve nesih yazılarının klasik harf oranları belirlenmiş olmakla beraber, bu yazılar asıl gelişmesini Şeyh Hamdullah ile başlayan Osmanlı hat ekolünde tamamlayacaktır. Yâkut tarzı Mushaf kitâbeti Osmanlılar’a kadar İran sahasında Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Timurlular, Safevîler ve Memlükler zamanında çok güzel örnekler vererek devam etmiştir. Bu dönemlerde muhakkak ve reyhânî yazılar öne çıkmakla beraber sülüs ve nesih yazıların da Mushaf yazımında kullanıldığını gösteren pek çok örnek vardır. Kur’an metninin İbnü’l-Bevvâb’dan sonra görülen bir tertibinde bir satır muhakkak, altında reyhânî satırlar, ortada yine muhakkak, altında reyhânî satırlar, en alt sırada muhakkak olmak üzere bir sayfada aklâm-ı sittenin karışık olarak yazıldığı Mushaf tertibi yaygınlaştı. Genelde sûre adları, âyet sayısı ile nüzûl yerini gösteren metinler (muhtıra) tezyinî kûfî ile, bazen de tevki’ hatla yazılmıştır.

 

Yâkut ekolünün son temsilcisi Ahmed Şemseddin Karahisârî’nin Kanûnî Sultan Süleyman adına yazdığı Mushaf-ı Şerif (TSMK, Hırka-i Saâdet, nr. 5) bu ekolde yazısı, tezhibi ve cildi ile en güzel örnek olarak kabul edilmektedir. 61,5x 42,5 cm. boyutlarında olan Mushafın her sayfasında aklâm-ı sitte karışık biçimde yazılmıştır. Sayfanın ilk satırı muhakkak, beş satırı nesih, bir satırı sülüs, beş satırı nesih, son satırı muhakkak hatla düzenlenmiştir (Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s. 110). Bu sanat şaheserinin Kültür Bakanlığı tarafından boyutu küçültülerek (48x33 cm.) tıpkıbasımı yapılmıştır (Ankara 2000).

İslâm yazıları, Yâkut el-Müsta’sımî’nin ardından XV. yüzyılda son olgunluk dönemine girdi. Kâtiplerin yüzyıllar süren tecrübeleri neticesinde yazı sanatı İstanbul’da Amasyalı Şeyh Hamdullah mektebiyle zirvesine ulaştı, özellikle nesih yazı kolay okunan ve yazılan bir yazı haline geldi. Buna bağlı olarak Mushaf kitâbetinde nesih hattı diğer yazılara tercih edildi. Böylece Kur’an metninde sadelik, devamlılık ve okumada kolaylık sağlandı. Muhakkak, reyhânî veya aklâm-ı sittenin karışık olarak kullanıldığı sayfa tertibi terkedildi. Bunun yerine bütün İslâm âleminde Şeyh Hamdullah’ın geliştirdiği nesih hat, Âsım kıraatine göre sonradan geliştirilmiş imlâ ile Mushaf kitâbeti benimsendi. Ayrıca sayfa düzeni, satır araları, satır sayısı en güzel ölçülerine kavuştu. Mushaf yazısına zarafet, sadelik gibi sanat değerleri kazandırıldı. Sûre başı yazıları ve diğer ilâveleri tevki’, ketebe kaydı rika’ ile (hatt-ı icâze) yazıldı. Metni gölgeleyecek yazı çeşitliliği ve sanat gayretiyle yapılan aşırı abartılı süslemelere yer verilmedi.

 

Şeyh Hamdullah’tan sonra XX. yüzyıla kadar gelen Osmanlı hattatları sultanların ve devlet büyüklerinin sağladığı imkânlarla Mushaf kitâbetini en yüksek düzeye ulaştırdılar. Şeyh Hamdullah’ın açtığı çığırda Hâfız Osman nesih yazıya canlılık ve yeni estetik nisbetler kazandırmış, yazdığı ve daha sonra basılan Mushaflarıyla İslâm dünyasında tanınmıştır. İstanbul’da basılan ilk Mushaf (1871) Hâfız Osman’ın Ali el-Karî imlâsına uygun olarak yazdığı Mushaftır. Yine Ali el-Karî imlâsına uygun biçimde 1097’de (1686) yazdığı Kur’ân-ı Kerîm, II. Abdülhamid’in emriyle devlet adamlarına hediye edilmek üzere âharlı kâğıda basılmıştır (1298). Hâfız Osman’dan sonra Yedikuleli Seyyid Abdullah, Şekerzâde Seyyit Mehmet, Eğrikapılı Mehmet Râsim ve Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Osmanlı hattatları arasında yazdıkları güzel Mushaflarla tanınır.

Müslümanların daha çok ilgi gösterdiği ve beğendiği âyet-berkenar Mushaf tertibinin Kayışzâde Hâfız Osman Nûri tarafından yazılıp günümüze kadar pek çok baskısı yapılan Mushaflarla yaygınlaştığı bilinmektedir. Mushaf yazısını en güzel kıvama getiren Hasan Rızâ Efendi de yazdığı âyet-berkenar Mushaflarla meşhurdur. Basılmak üzere yazdığı Mushafların açık, okunaklı, âyet-berkenar olması, hat güzelliği, okutma işaretlerinin yerli yerince konmuş olması bugün de ona olan ilgiyi artırmıştır.

 

Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Üniversitesi kütüphanelerinde korunan yaklaşık bin beş yüz yazma Mushaftan 1000’li (1592) yıllara kadar Arap hattatları tarafından yazılmış iki yüz elli adet Mushafın doksanı kûfî, onu mağribîdir. Diğer taraftan VII. (XIII.) yüzyıldan sonra yazılmış yüz yetmiş sekiz Mushafta nesih, muhakkak, reyhânî hat kullanılmıştır. Bunların dışında Osmanlı dönemine ait yaklaşık bin Mushafın hemen hemen tamamı nesih hatladır. Bugün, İslâm ülkelerinde Âsım kıraati üzerine yazılmış Mushaflar çok yaygındır. Ancak Sûdan’da Ebû Amr kıraatine göre, Mısır’ın bir kısmı ile Kuzey Afrika’da Verş rivayeti esas alınarak mağribî, endelüsî ve nesih hatlarla yazılmış Mushaflar basılmaktadır. İran sahasında (IX./XV. yüzyıl) altı çeşit yazıdan başka kısa zamanda ilgi ve gelişme gösterip işlenen nesta’likin incesiyle Mushaf yazılmışsa da bu yaygınlaşmamıştır.Emevîler zamanından günümüze kadar yazılmış olan Mushafların her sayfadaki satır sayısı yazı cinsine göre farklılık gösterir. Hârûnürreşîd tarafından ilk defa Bağdat’ta kurulan kâğıt imalâthanesinde farklı kâğıtların üretilmesiyle beraber IV. (X.) yüzyıldan sonra Mushaflar en iyi cins kâğıtlara yazılmaya başlamıştır. 110 x 73 ve 98x65 cm. boyutlarında üretildiği tahmin edilen bağdâdî kâğıtların kırılmasıyla kitap ve Mushaf formatı ortaya çıkmıştır. Tarih boyunca halife ve sultanların siyasî güçleri, kültürel üstünlükleri, yazdırdıkları Mushafların ebatlarına ve tezhibine yansımıştır. Enine uzun, kare, çoğunlukla da dikdörtgen şeklinde ve çok değişik boyutlarda Mushaflar yazılmıştır. Yale Üniversitesi The Beineke Yazma Eserler Kütüphanesi’nde bulunan Yâkut el-Müsta’sımî ketebeli, 26x17,5 cm. boyutlarında otuz bir yaprak Mushafın her sayfası ince nesih hatla, kırk sekiz satır olarak düzenlenmiştir. VIII. (XIV.) yüzyıldan sonra bilhassa Osmanlı dönemi Mushaflarında genelde her sayfada dokuz, on bir, on üç, on beş satır olarak standart bir düzene ulaşılmıştır. Her sayfada on beş satır halinde düzenlenmiş, sayfa sonunda âyetin tamamlandığı Mushaflar âyet-berkenar veya hâfızlara kolaylık sağladığı için “Mushafü’lhuffâz” diye adlandırılmıştır. Bu düzenlemenin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Dârü’I-kütübi’l-Mısriyye’de korunan (nr. 20) Yâkut el-Müsta’sımî ketebeli Kur’an’ın, âyet-berkenar tertip edilmiş olması bu usulün eski devirlere kadar gittiği görüşünü kuvvetlendirmektedir.

Timur’un Semerkant’ta Bîbî Hanım Camii için yazdırdığı Mushafın (Smithsonian Institution Washington D. C., 1995, nr. 2. 16.1) 2,2x1,5 m. boyutlarında olduğu bilinir. Bu Mushafı yazan Ömer-i Aktâ’ın ayrıca mühür yüzüğünün yuvasına sığabilecek kadar küçük gubârî hatla Mushaf yazdığı da nakledilen rivayetler arasındadır (Kadî Ahmed, s. 64). XIV. yüzyılda Mısır Memlük sultanlarının yazdırdıkları Mushaflar (Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, nr. 9-15) oldukça büyük formatta (75x56, 105x77 cm.) tasarlanmıştır. Zengin süslemesi, altın mürekkeple yazılmış harflerin etrafının siyah mürekkeple veya siyah mürekkeple yazılmış harflerin altın mürekkeple tahrirlenmesi zamanının coşkulu sanat anlayışını yansıtmaktadır. Osmanlılar’da Mushaf, daha kullanışlı boyutlarda tasarlanmış, büyükten küçüğe ölçüleri verilmeden şöyle adlandırılmıştır: Cami Mushafı, kebîri kıta 1/1, vezîrî kıta 1/2, küçük kıta 1/4, sümün kıta 1/8, sancak Mushafı (Derman, Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Hat Koleksiyonundan Seçmeler, s. 22). İstanbul’un bazı müze ve kütüphanelerinde bulunan Osmanlı Mushaflarının incelenmesinden anlaşıldığına göre Mushaflar az sayıda 89x89, 78x45, 47x31, 45x26, 40x27 cm. ve daha çok 27x19, 19 x12, 14x9,5, 10x8 cm. boyutlarında ve dikdörtgen şeklinde tasarlanmıştır.

Osmanlı hattatları Mushaf kitâbetinde uyulması gereken bazı esaslar koymuştur. Yazım işi büyük bir titizlik isteyen bu işlem ve safhalardan sonra tamamlanırdı. Güzel bir yazı için hattatın kabiliyet ve hünerinin yanı sıra kalem, mürekkep ve kâğıt gibi malzemenin de kusursuz olması önem taşırdı. İmalâthanelerde üretilen en kaliteli beyaz ve pürüzlü ham kâğıt seçilir, soğan kabuğu, kırmız böceği, cehri ve safran gibi maddeler kaynatılarak elde edilen ve bir tekneye boşaltılan renkli suya kâğıt tabakaları batırılır, gözü yormaması için renklendirilirdi. Kuruduktan sonra âharlanır, mührelenir ve ağırlık altında en az bir yıl bekletilirdi. Böylece terbiye edilmiş kâğıt tabakaları istenilen ebatta kırılır, forma haline getirilirdi. Kur’an metninin boyutları ve satır araları belirlenir, hazırlananmıstar aletiyle bütün yaprak sayfaları mıstarlanırdı. Çok defa dış bordür yazı sahasının genişliğinin yarısı kadar, dip kısmı ise dış bordürün yarı ölçüsünde tutulurdu. Forma halinde hazırlanmış yaprakların yazımı sağ diz dikilerek altlık üzerinde yapılır, yazı için hazırlanmış is mürekkebi, kamış kalem veya cava kalemi kullanılırdı. Osmanlı hattatları içinde Yahyâ Hilmi Efendi gibi Mushaf yazımını bir ayda tamamlayan, Ramazan b. İsmail gibi her gün yarım cüz yazmayı âdet edinmiş hattatlar olduğu gibi, altı ayda, bir yılda Mushaf kitâbetini tamamlayan hattatlar da vardı. Mushaf yazımına fazla özen gösteren üstatlar, baş kısmının daha güzel olması için çok defa Kur’an’ı onuncu cüzden başlayarak sonuna kadar yazar, ardından başa döner ve onuncu cüze kadar yazarlardı. Kur’an metni yazıldıktan sonra daha ince bir kalemle hareke, kırmızı mürekkeple secâvend işaretleri konur ve sayfalar tezhip edilirdi. Yazanın abdestli ve malzemenin temiz olması Mushaf yazma âdâbındandı. Müzehhipler, Kur’an’ın zahriye ve Fâtiha ile Bakara sûresinin ilk beş âyetinin (serlevha) yer aldığı karşılıklı iki sayfanın tezhiplenmesinde bütün hünerlerini gösterirlerdi. Sayfaların sadeliğini bozacak tarzda süslemede mübalağa yapılması, okumayı zorlaştırması sebebiyle bir sayfada farklı yazılar kullanılması hoş karşılanmamıştır.

Serlevhadan sonra gelen sayfalarda Kur’an metninin etrafına altın cetvel çekilir ve farklı renklerle tahrirlenir. Âyet sonlarına farklı duraklar, yirmi sayfada bir cüz gülü, beş sayfada bir hizip gülü, secde âyetlerinin karşısına da secde gülü konur, sûre başları ve hâtime sayfası tezhiplenirdi. Tezhip, bir usta ile çıraklarının dikkatli ve sabırlı emeklerinin sonucu tamamlanırdı. Saray nakışhânelerinde ise tezhip ortak bir çalışmanın ürünüydü. Cetveller, tahrirler, renkler ve motifler usta müzehhiplerin gözetiminde ayrı ayrı sanatkârlar tarafından hazırlanırdı. Tezhibi tamamlanan Mushafın sûre isimleri, muhtıralar, cüz, hizb, aşr ve secde yerleri beyaz üstübeç mürekkebiyle yazıldıktan sonra ciltlenirdi.

 

 

Kaynaklarda çok Mushaf yazdıkları kaydedilenler dışında nesih hatla ondan fazla Mushaf yazan Osmanlı hattatlarının Tuhfe-i Hattâtîn ve Son Hattatlar gibi kataloglar esas alınarak tespit edilebilen Mushaf sayısı ölüm tarihleri sırasına göre şöyledir: Şeyh Hamdullah kırk yedi, Ali Karî b. Mehmet (her yıl bir Mushaf yazmıştır), Derviş Ali (Büyük) elli, Ramazan b. İsmâil (Kur’an hattatı diye tanınır) dört yüz, Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî elli, Abdurrahman Abdi Çelebi kırk, Ömer b. İsmâil on, Hocazâde Mehmed Enverî kırk, Hâfız Osman yirmi beş, Ağakapılı İsmâil kırk, Arapzâde Mehmed b. Ömer (bin adet yazmayı başarmıştır), Hâfız Mustafa elli, Çinicizâde Abdurrahman Efendi yüz, Ahmed (Mısır Kadısı) yirmi, Yedikuleli Seyyid Abdullah yirmi dört, İbrâhim Tâhir altmış, Seyyit Halil on beş, Ahmet b. Hasan yüz yetmiş, Eğrikapılı Mehmed Râsim altmış, İsmâil b. Ahmed on sekiz, Feyzullah b. Sun’ullah yüz doksan beş, Seyyit Mehmet b. Ahmet beş yüz, Akmolla Ömer yüz, Mustafa b. Ebû Bekir kırk, Kunduracı Ahmed yirmi, İsmâil Zühdü kırk, Ahmet Nâilî Efendi yüz yirmi bir, Çemşîr Hâfız Sâlih dört yüz elli dört, ince ta’lik hatla Şeyhülislâm Arapzâde Mehmet on, Hakkâkzâde Mustafa Hilmi iki yüz, Kazasker Mustafa İzzet on beş, Ali Nâilî elli yedi, Kayışzâde Hâfız Osman Nûri yüz yedi, Yahyâ Hilmi yirmi beş, Hâfız Mustafa Tevfik üç yüz altı, Hasan Rızâ on dokuz, Mehmed Râşid otuz yedi, Rifâî Aziz Efendi on beş. Aziz Efendi 1922’de Melik I. Fuâd’ın daveti üzerine Kahire’ye giderek onun adına resm-i Osmânîye uygun Mushaf yazmıştır. Mushaf kitabetinde imlâ ve yazı birliği sağlamak maksadıyla bu Mushaf I. Fuâd tarafından bastırılarak İslâm âlemine dağıtılmıştır. Mushafın aslı, Kahire İslâm Eserleri Müzesi’nde korunmaktadır (M. Hamîdullah, s. 56-57; Serin, Hattat Aziz Efendi, s. 27).

 

İslâm medeniyetinde Kur’an ve kitaba gösterilen derin sevgi ve saygı pek ibtidaî bir biçimde bulunan yazıyı en yüksek sanat dalı seviyesine yükseltirken buna bağlı olarak Mushaf kitâbeti etrafında tezhip, cilt, sedefkârlık ve ahşap sanatlarında da İslâm milletlerinin sanat zevk ve geleneklerine göre farklı teknik, motif, renk ve kompozisyon anlayışı ile üslûplar doğmuş ve gelişmiştir. Klasik çağına XV. ve XVI. yüzyıllarda ulaşan tezhip ve cilt sanatı Timurlular, Safevîler ve Osmanlılar zamanında en güzel örneklerini Mushaflarda sergilemiştir.

Cami ve türbelere vakfedilmiş sanat değeri taşıyan Mushaf ve cüzlerin korunması, okuma sırasında yüksekçe bir yere konması ve rahat okunması amacıyla yapılan rahleler, cüz ve Kur’an mahfazaları da İslâm sanatının ilgi çeken bir alanıdır. Osmanlı dönemi cüz ve Kur’an mahfazaları kıymetli ahşap, sedef, bağa, fildişi kakma, ayaklı, kapağı kubbeli, düz veya altıgen olarak tasarlanmış, göz alıcı zengin motiflerle bezenmiştir. Osmanlı sedefkârlarının cami ve türbelerden seçilerek toplanmış XV. ve XVI. yüzyıllara ait en güzel eserleri Topkapı Sarayı ve Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde zengin bir koleksiyon oluşturmaktadır (TSM, nr. 2/2903, 27/19, 27/20; TİEM, nr. 1, 5, 8-13, 17. 19, 20, 24).

Erken dönemde büyük ebatta, ağır parşömen Mushafları koymak ve ayakta okumak için yüksekçe rahlelerin yapıldığı bilinmektedir (Çulpan, s. 60). Farklı kültürlerde ve değişik biçimlerde devam eden rahle yapımı Selçuklular zamanında yekpâre ahşaptan dişli geçme, iki kanatlı, açılır kapanır tarzda, büyük bir özenle oyulmuş, işlenmiş ve üslûp kazanmıştır. Selçuklu rahleleri çoğunlukla geometrik ve rûmî desenli yazı motifli veya kafes oyma (ajur) tarzında yapılmıştır. XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı ahşap ve sedefkârlık sanatı fildişi, bağa, sedef, abanoz gibi çok zengin malzeme ve motifleriyle en yüksek düzeye ulaşmıştır. Bu sanatın az bulunur örnekleri de müzelerde sergilenmektedir (TSM, Murassa’ Gümüş Rahle, nr. 2/39 46; TİEM, nr. 14, 15, 33, 74, 79, 80, 83, 87, 90, 103;).

 

Prof.Dr.Muhittin Serin