Hat sanatında bir köprü insan: Halim Efendi

Dünya Bizim

Hattat Mustafa Halim Özyazıcı 'kalemi kendine esir etmiş ve yenmiş olan bir hattat' olup, nev'i şahsına münhasır müstesna bir kabiliyettir.   

Hattat Halim Efendi'nin vefat yıl dönümü dolayısıyla Dünya Bizim'e bir yazı hazırlama sözü vermiştim. "Hattat'ımızın vefatı 30 Ekim olmalı" mülahazasıyla rahatlık içerisindeyken GYY'den e-posta adresime hatırlatma mesajı geldi. Oysa Halim Efendi Üstadımızın vefat yıl dönümü 30 Eylül'deymiş. "Bugün, yarın yazıp göndereyim" dedim ve mesajı okuduğum gecenin sabah namazı vaktinin sonrasında öznesinde Halim Efendi merhum olan yazıya başladım. Sekiz-on paragraf kadar yazdıktan sonra uyku galebe geldi. Halim Efendi rüyamı teşrif etti. Ellerinden öptüm, çok sevdiğini büyüklerimde yaptığım gibi ellerini yüzüme sürdüm. Kanepenin kenarına ilişti. Hasbihal ettik. Sülüs besmele yazdı, fakir için bir defter yaprağının üzerine. Hemen önünde masa varken masanın üzerinde yazmadı, yazıyı öylece sağ dizinin üzerinde yazdı. Sülüs besmelede kurşun kalem kullandı. Hazır Halim Efendi'yi bulmuşken evde aharlı kâğıt, is mürekkebi, kamış kalem aramaya koyuldum, rüya ya, bulamadım işte. Böylece Halim Efendiyle bir teşrik-i mesaimiz oldu hayâl âleminde olsa da. Değerli okuyucu, iş bu vefat haberi de böylelikle tekemmül etti.

 

Hattat Mustafa Halim Özyazıcı 01.02.1898 tarihinde Asitane'de doğar ve takvimin yaprakları 30.09.1964'ü gösterdiğinde aynı şehirde ukba âlemine bir Şehbal kuşunun kanatlarının üzerinde uçup gider.

Bundan tam 49 yıl önce Cevizlibağ'da Mustafa Halim Özyazıcı'ya çarpan araç, dönemin en mahir hattatını fani dünyadan bekâ âlemine yolcu ettiğini bilmiyordu. Eğer biliyorsa Dr. Berk'in iddia ettiği gibi cinayete kurban gitti Halim Efendi. Bu husus bahs-i ahar.

 

Halim Efendi'nin ilk ketebesi Nalincizade Mustafa

Küçük yaşlardan itibaren hat sanatına alaka duyan Halim Efendi, ilk yazılarını kundura imalatçısı olan babasının dükkânında bulduğu ayakkabı kalıp kartonlarının üzerine meşk eder. Hattat İsmet Gülnihal'in Güngören'deki arşivinde incelediğim mezkûr kundura kalıplarında Halim Efendi'nin yazdığı ilk hurufat denemelerine "Naliııcizade Mustafa" ketebesini koyduğunu gördüm.

Halim Efendi, Rakım mesleğini, eskilerin efradını cami a'yarını mani dedikleri tarzda Miladi takvimin yaprakları 1916'yı gösterirken Medresetül Hattatin'de öğrenir. Burada rahle şerikleri Hamid ve Süheyl Beylerle birlikte Reisül-Hattâtin Hacı Ahmed Kamil Akdik'e, Kur'an-ı Kerim hattatı Hasan Rıza Efendi'ye, divani yazı hocası Ferid Bey'e, talik hocası Mehmed Hulûsi Efendi'ye, celi sülüs hocası Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer'e, sülüs ve nesih hocası Beşiktaşlı Nuri Efendi'ye, kufi hocası Emirzade Kemaleddin Bey'e talebe olur. Mektepte ebru gösterip ahar Öğreten Necmeddin Efendi'den tefeyyüz eder, arada bir tezhip hocası Bahaeddin Efendi'ye ve minyatür hocası İranlı Tâhirzâde Hüseyin Behzad'a selam verir.

Halim Efendi, Hasan Rıza Efendi'den tefeyyüz ederek, hat sanatında ustalığını Kur'an-ı Kerim hattatı olarak bilinen Hasan Rıza Efendi'den kesbeder. Medresetül Hattatin'den hocalarının tamamının imzası bulunan ve "icazetnamem" dediği vesika ile mezun olur.

Kalemi kendine esir etti

Mustafa Halim Efendi, Necmeddin Efendi'nin tesbitiyle "kalemi kendine esir etmiş ve yenmiş olan bir hattat" olup, ney'i şahsına münhasır, müstesna bir kabiliyettir. Kamış kaleminden aklam-ı sittenin her nev'inde, birbirinden âlâ. yazılar neşet eden hattatımızın talik yazısının sülüsle, nesih yazısının divani ile müsabaka halinde olduğu vakıa mutabık olan bir hakikattir.

 

Halim Efendi velud bir hattattı, çok yazı yazmıştı. "Çok" derken, irili-ufaklı binlerce, on binlerce yazıdan bahsediyoruz. Halim Efendi, hayata ve hakikate dair hemen her şeyi yazdı. Ayet-i kerimeler, cüzler, hadis-i şerifler, kelam-ı kibarlar, kasideler, şiirler, na'tlar, marşlar, cami yazıları, şehir, belde, apartman isimleri, tuğralar, kartvizitler, fatura defterleri...

 

Temin ettiği her türlü malzemenin üzerine yazdı

Halim Efendi yazı yazmanın, kamış kalemden zikir sesi almanın mümkün olduğu hemen her şeyin üzerine yazdı. Aharlı kağıt, ebru kâğıdı, kuşe kâğıdı, eskiz kağıdı, aydınger, kumaş, teneke, cam, tahta, ayakkabı karton, pelür kağıdı... El-Hac Mustafa Halim eline nasıl bir malzeme geçerse geçsin üzerinde mutlaka en az bir kez meşk etmiş. Hattat Özyazıcı, yazmayı düşündüğü levhaları önce küçük defterlere yazar. Bu defterlerin üzerinde temrinde bulunur. Celi yazılarının minyatürlerini de yine küçük kâğıtlara yazar. Bir zaman içinde onlarca sülüs yazı denemesi olan bir defterini incelemiştim.

 


Harf devrimi olunca hattat aileleri nasıl geçindi?

Bu ülke nice inkılaplara, darbelere tanıklık etti. Darbelerin tarihini 1960'lardan başlatma gibi bir geleneğimiz var. 1924 yılında medreselerin kapatılması, 1928 yılında harf inkılabı medeniyete, irfana, ümmete yönelik bir darbe değil midir? Siz son sorunun cevabını düşünedururken sorulanmıza devam edelim. Harf inkılabı olduğunda mesleğini hattatlıktan kazanan sanatkarlar ailelerini nasıl geçindirmiştir? Reisül Hattatin Hacı Kamil Akdik'in gözyaşlannı kim silmiştir? İstanbul'da Halim EfendiHamid BeyMacid AyralBeşiktaşlı Hacı Nuri Korman ve Medresetül Hattatin'in hocaları ile birlikte Bursalı, Edirneli, Kastamonulu, Erzurumlu, Kütahyalı hattatlar hangi sıkıntılara maruz kalmıştır? Son üç sorumuzla ilgili romanı bir yana bırakın, ne hikaye yazılmış, ne de herhangi bir araştırma yapılmıştır.

Halim Efendi İslam harfleri yasaklanınca hayata küsmüştür. Zahiren böyle olmuştur. Ama hakikatte hiç boş durmamıştır. Halim Efendi o dönemde bir yandan kaleminin kuvvetinin kaybolmaması için çokça meşk ederken, diğer yandan da İstanbul eşrafından hamiyetperver insanların çocuklarına gizli gizli hat dersleri vermiştir. ilim Yayma Cemiyeti'nin kurucularından Hacı Nazif Çelebi Bey'in kerimelerine evlerinde ders vermeye geldiğini; hatta Halim Efendi'nin Nazif Efendi ile birlikte hacca gittiğini, cennetmekan Nazif Bey'in oğlu Vefa Çelebi Bey'den dinlemiştim.

Halim Efendi bu dönemde insanların arasından, talebelerden, meşk sohbetlerinden uzaklaşarak Zeytinburnu'nda Tepebağı mevkiinde aldığı bağ evine taşınmıştır. Tabii Halim Efendi'nin gözü zalimin zulmünden, jandarmanın dipçiğinden korkacak değil ya! Nasıl ki o dönemde İslam uleması talebelerine çiftliklerde Kur'an ilimlerini öğrettiyse, Halim Efendi de Zeytinburnu'ndaki bağ evinde bir yandan bağcılık yapmış, diğer yandan da üzüm yemeğe gelen talebelerine hat sanatının inceliklerini öğretmiştir. Halim Efendi o dönemdeki yazılarının altına "Sabıkan Hattat Bağban Halim" imzasını atmıştır. Bu sayfada gördüğünüz, dostum İrfan Başak'ın koleksiyonundaki tarihi vesika bağcı Hattat Halim Efendi'nin mücadele azminin hazin bir simgesidir. Bu cümle de Halim Efendi'ye aittir: "Ben bu ellerimle hem kalem açarım, hem bağ bıçağı kullanırım."

 

İbnü'l-Emin Son Hattatlar'da Halim Efendi'ye yerden tasarruf etmiş

Nev'i şahsına münhasır kalem üstadi İbnü'l-Emin Mahmut Kemal İnal ile Halim Efendi'nin arasında bir mesele olmalı ki, İbnü'l-Emin, hat sanatının referans kitabı Son Hattatlar'da Halim Efendi'ye bir yandan talebesi seviyesindeki hattatlara ayırdığı yerden daha az bir yer uygun görürken, diğer yandan da "Yetiştirdiği mütenevvi üzümlerden -ilk ve son defa olarak- vaktiyle bana bir sepet getirmişti." şeklinde serzenişte bulunur.

Halim Efendi, zahiren bağcılıkla uğraştığı yıllarda Şişli, Kadırga Sokullu, Azapkapı Sokullu, ve Ankara Maltepe camilerinin kubbe ve kuşak yazılarını yazmıştır. Yeri gelmişken, Halim Efendi'nin oğlundan dinlediğim bir hatırayı nakletmekte fayda vardır efendim.

 

"Hay Allah! Eksik yazdık herhalde"

Bir gün, Halim Efendi'nin üvey oğlu ile Şişli'de buluştuk. Halim Efendi'nin mahdumu beyefendi, bir hattata satmak üzere babasına ait birkaç eser getirmişti. Eserlerin arasında bir de fotoğraf vardı: Sünnet fotoğrafı. Mutluluğun, siyah beyaz fotoğraf karelerinde kaldığı bir hüzün fotoğrafıydı bu. Halim Efendi, oğlunu sünnet ettirmiş, yakın akrabaları ve sünnet kıyafetleri içerisindeki oğlu ile birlikte fotoğrafçıya samimi bir poz vermiş. İşte 1950'li yılların başında gerçekleşen bu hadisenin kahramanı olan beyefendi, kendi sünnet fotoğrafını satıyordu. Ne hazin bir manzaraydı... "Bi-baht olanın bağına bir katresi düşmez / Bâran yerine dürr-ü güher yağsa semâdan".

 

Mezkûr buluşmamızda Halim Efendi'nin üvey oğlu anlatmıştı: "10-12 yaşlarındayım. Topkapı'daki bağ evimizden babam önde ben arkada yola çıktık. Babam yine onlarca yazı yazmış, taşınması kolay olsun diye bunları rulo haline getirmişti. Taşıyamadıklarını bana verdi. O önde, ben arkada Aksaray'a doğru yürüyoruz. Yurüdükçe, yol uzadıkça elimdeki rulolar ağırlaşıyor. Babam, nasılsa arkaya bakmıyor! Yazıları teker teker yol kenarlarına atıp yoluma devam ediyorum. Gideceğimiz yere vardığımızda elimde kalan üç beş ruloyu babama veriyorum. Babam, elindeki rulolarla birlikte, uzattıklarımı da açıp masanın üzerine seriyor. Kıtalar, levhalar eksik. "Hay Allah! Eksik yazdık herhalde" diye hayıflanıyor. Sonra eve gidince usanmadan eksik yazıları tamamlıyor."

 

Halim Efendi kültür karakışının üzerindeki kara bulutların nisbeten dağılmaya başladığı 1946 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'nde hoca olma imkânını elde eder. Lakin Akademi'de en az rağbet hat sanatınadır. İlk başlarda talebe bulmakta epey zorluk çeker. 1963'te ise yaş haddinden emekliye ayrılır. Akademideki hocalığı sırasında yazı sanatına pek rağbet yoktur. Talebeyi mumla arar. Diğer bölüm öğrencilerini yazı çalışmaya davet eder.

Yine o dönemde Halim Bey'in dışında aktif olarak hat sanatını öğreten yok gibidir. Halim Bey'den kısa bir süre ders alan Hasan Çelebi Hocamızı geçtiğimiz yıl Ocak ayında Üsküdar'daki atölyesinde ziyaret etmiştim. Reisül Hattatin Çelebi Hocamızla icazet talebelerinin meşklerini kontrol etmesinin akabinde yaptığımız iki saatlik hasbıhalde hocasının Akademi günlerine şöylece değinmişti:

 

"O zamana kadar Hamid Aytaç Hoca'nın talebesi yoktu, Hamid Hoca talebe ile uğraşmazdı. Halim Bey ise o dönemde talebe yetiştirmek için çok meraklıydı. O yıllarda Halim Hoca, Mimar Sinan Üniversitesi'nin Güzel Sanatlar Fakültesi'nde hat dersleri verirdi. Şimdi anlatacaklarıma dikkat ediniz. Fakültenin mimarlık bölümünde okuyan talebelerden işitmiştim. Halim Hoca teneffüs aralarında mimarlık bölümünde okuyan talebeleri bularak 'Gelin size hat sanatını öğreteyim' diye onları sıkıştırırmış. Ne azim, ne istek, ne fedakârlık! Hat sanatı işte böylesi çalışmaların neticesinde günümüze kadar gelmiş."

 

İlmin zekatı yüzde yüzdür

Hattat Mustafa Halim Özyazıcı, "İlmin zekâtı yüzde yüzdür" diyerek talebelerine hat sanatına dair bildiği ne varsa öğretmiş, hocalarından tevarüs ettiği usul üzerine talebelerinden ücret almamıştır. Halim Bey tertip ve düzen sahibi bir kişiliktir.

Halim Efendi, Akademi'de kendinden hat sanatı öğrenen talebeleri için hususi bir defter tutmuştur. Üstadımızın 1948-1952 yılları arasında ders verdiği talebelerinin kaydını tuttuğu defteri elime alarak detaylıca inceleme imkânı buldum. Halim Bey'in, rik'a kalemiyle yazdığı defterde öğrencilerinin künyesi, isimleri, doğum tarihleri, adresleri ve fotoğrafları yer alıyor. Hattat İsmet Gülnihal'ın dükkân-ı hikeminde incelediğim defterde Süleymaniye Camii müezzinlerinden merhum Saim Özel'in, Kerim Silivrili'nin, oğlu Cemalettin'in, Mustafa Bekir Pekten'in, Prof. Dr. Orhan Okay'ın, Prof. Nejat Diyarbekirli'nin ve Suat Yalaz'ın isimleri ön palana çıkıyordu.


Halim Efendi 1963 yılında Akademi'den emekli olduktan sonra bağ evine gelen talebelerine ders vermiştir. Bu dönemde, -daha sonra hat sanatının ilk profesörü olacak olan- Ali Alparslan (merhum) ve -daha sonra edebiyat profesörü olacak olan- Nuri Yüce hat dersleri almak için, -daha sonra fahri hat sanatı profesörü olacak olan- Uğur Derman da hasbihal etmek için Mustafa Halim Özyazıcı Üstad'ı sık sık Zeytinburnu'ndaki bağ evinde ziyaret ederler.

 

Halim Efendi'nin belki en önemli hizmeti, Osmanlı saray hattatlarından, bir Türk yazısı olan divani hattını öğrenerek talebesi Ali Alparslan'a öğretmesidir. Osmanlı sarayı hattatlarına has olan bu yazı, Halim Efendi-Ali Alparslan silsilesiyle meşk edilerek yeni nesil hat sanatı taliplerine aktarılmış ve böylelikle unutulmaktan kurtulmuştur.

Osmanlı medeniyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında hat sanatı alanında köprü vazifesi gören Halim Efendi için bir kitap yayınlanmamasına, en azından müzayede kataloglarından özel koleksiyonlara kadar yüzlerce eseri ortadayken, bir albüm oluşturulamamasına üzülüyorum. Üzüldüğum diğer bir husus da, 99'luk tesbihin ipinin koparak tüm tanelerinin 99 ayrı noktaya saçılması misali Halim Efendi'nin eserlerinin de parçalanıp gitmesidir. Tıpkı Şevket Rado ve Emin Barın koleksiyonları örnekliğinde olduğu gibi bir koleksiyonda toplanma imkânı olmadı bu eserlerin. 

Halim Efendi'nin yazıları kıt'a kıt'a, levha levha, satır satır esnaf müzayedelerinin pipo tütünü kokan salonlarına düştü, parça parça satıldı, bir nevi heba olup gitti.

Hattat İsmet Gülnihal, 2000'li yılların başında Halim Efendi'nin üvey oğlundan altı çuval yazı ile birlikte, hokka ve yazı takımlarını, enfiye kutusunu, tesbihlerini, mühürlerini, talebe defterlerini, mansurdan kıza kadar neylerini ve müşteri defterlerini satın almıştı.

Halim Bey'in müşteri defterleri için de bir paragraf açmakta fayda var. Kimden hangi yazıyı sipariş alıp da ne yazdıysa, kaparo sadedinden kaç lira aldıysa bunları hüvesi hüvesine bu deftere yazmış.

Halim Bey'in zati eşyalarını incelediğimde her şeyin kalitelisini kullandığını gördüm. Birbirinden âlâ tesbihler hâlâ Halim Efendi için gizli bir zikri terennüm ediyordu, Mansur hâlâ hu sesi veriyordu.

İsmet Gülnihal'deki terekede Halim Efendi Hat Müzesi kurulacak kadar yazı var. Biraz İsmet Hoca biraz da Kültür Bakanlığı fedakârlıkta bulunursa Halim Efendi'nin yazıları halka, sanatseverlere mâl olabilir. 

Halim Efendi için yapılacak daha pek çok şey var. Vefatının 50'inci yılı münasebetiyle Halim Efendi Sempozyumu düzenlenebilir. Yeni açılan Güzel Sanatlar Fakülteleri'nden birine ismi verilebilir. IRCICA bundan sonraki hat eserleri yarışmasını Halim Efendi'nin adına tertip edebilir. Tabii ki Ekmeleddin İhsanoğlu gibi müsabaka isimlerinden sıra gelirse!

Bu vesileyle vefatının 49'uncu yılında Halim Efendi'yi hayır ve rahmetle yâd ediyorum. Mekânı cennet olsun. Hakk Teâlâ yazdığı harfler adedince merhuma inam ve ihsanda bulunsun. Âmin.

İbrahim Ethem Gören yazdı.